Kendinizi geliştirebilmek, daha iyi bir insan olabilmek, bazı şeyleri daha iyi anlamak, sadece kendinizi değil karşınızdakileri de, toplumunuzu da daha iyi anlayabilmek için önerilen kitaplar genel itibariyle kişisel gelişim kitaplarıdır. Kişisel gelişim kitapları size sürekli neyi nasıl yapmanız gerektiğini, duyduklarınızı nasıl yönlendirmeniz gerektiğini anlatır durur; bir nevi bildiklerinizi tekrarlar. Mutlu olun gibi yüzeysel, temelsiz öneriler sunarlar. Çoğu aslında hiçbir şey önermez bile. Kişisel olarak gelişmenizi mümkün kılmaz. En azından ben bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Farklı bir kitap görene kadar da böyle düşüneceğim.
Kendinizi gerçekten geliştirmek, tanımak, daha iyi biri olabilmek istiyorsanız ve buna gerçekten hazırsanız size 3 kitap önereceğim. Ama bu kitaplar kişisel gelişim kitabı değil, psikoloji-sosyoloji kitapları. Bu 3 kitap sayesinde çevrenizi, toplumunuzu, içinde bulunduğunuz kitleyi, yaşadığınız ortamı çok daha iyi anlayacaksınız. Onları, verdikleri kararları, bu kararları neye göre verdiklerini bilecek, anlayacaksınız. Hakeza bunu yaparken aslında kendinizi de sorgulayacak ve belki de kendinizle yüzleşmek zorunda kalacaksınız.
Çok iddialı oldu biliyorum ama bu 3 kitap zaten kendi içinde hayli iddialı kitaplar ve kişisel gelişim kitapları gibi düşünce temelli değil, araştırmalar ve deneylerle sabitlenmiş bilgiler içeriyorlar. Hadi tek tek göz atalım.
Dan Ariely – Akıldışı ama Öngörülebilir
Dan Ariely, Duke Üniversitesi’nde önemli başarılara imza atmış profesörlere verilen James B. Duke Professor unvanına sahip, psikoloji profesörü ve davranışsal ekonomisttir. Mesleği gereği toplum üzerinde araştırmalar ve deneyler yapan Ariely’nin elde ettiği bilgiler çarpıcı. Fakat Ariely bu bilgileri, araştırdım, “bakın sonuç böyle çıktı” diye sunmuyor. Ariely, iddialı bir dille, insanoğlunu aslında yönetmenin, yönlendirmenin kolay olduğunu iddia ediyor ve bunu da kanıtlıyor. Hareketlerimizin belirli koşullarda tahmin edilebilir olduğunu ve tahmin edilebildiğinden de yönlendirilebilir olduğunu söylüyor. Gerek sosyal gerek cinsel gerek de ekonomik araştırmalar barındıran kitap gerçekten de çok acayip sonuçlara sahip.
Örnek vermek gerekirse. Dan Ariely bedavanın gücü üzerine bir araştırma yapıyor ve insanların bedavaya olan ilgisinin kalite gözetmeksizin var olduğunu iddia ediyor. Sokağa kurdukları bir tezgahta biri düşük kalite, adı pek bilinmeyen, öbürü görece kaliteli, toplum tarafından bilinen 2 farklı çikolatayı tezgah önünden geçenlere bedava dağıtıyorlar. İnsanlar, bedava olduğunu görünce çoğunlukla kaliteli ve marka olan çikolataya yöneliyor. Testin ikinci aşamasında tezgahı tekrar kuruluyor ve isimsiz çikolatayı yine bedava verirken marka çikolatayı bu sefer cebinizden çıkmasını asla umursamayacağınız birkaç kuruşluk bedele satıyorlar. Bir önceki tezgahta bedava olduğu için markaya yönelen insanlar yeni tezgahta bu sefer isimsiz çikolatayı almayı tercih ediyor. Kaliteli çikolata için 5 kuruşluk ödemeyi yapmak istemiyorlar, yapanlar ise çok düşük bir düzeyde. Ariely, bedava konusunda başka örnekler de sunarak bedavanın çoğunlukla kaliteden güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, kanıtlıyor da.
Bir başka deneyde Ariely girdiği bir barda müşterilere 2 farklı bira takdim ediyor. Biralardan biri klasik bir birayken öbür biraya ekstra bir sos ekleniyor. Ariely, deneye başlamadan önce insanların alıştıklarının dışında tatlara yönelmeyeceklerini, denemeden karar vereceklerini iddia ediyor ki öyle de oluyor. Sos eklenmiş biranın tadı aslında değişmemesine rağmen müşteriler sade birayı tercih ediyorlar. Bu deneyi bir daha yapan Ariely bu sefer birayı takdim ederken içerisinde sos olduğunu söylemiyor. Peki ne oluyor? Tabii ki de kimse hiçbir şey farketmiyor, hatta birayı çok beğendiklerini dile getirenler oluyor. Ariley bunu sanat eserleri üzerinden de açıklıyor. Aslında sahte olan bir resmi orjinal diye birine anlatırsanız alacağınız yorum, sahteye göre alacağınız yorumdan çok farklı olacaktır.
Kitap içerisinde yaptığı birçok farklı deneyden bahseden Ariely, insanların ekonomiden pek de anlamadığını, bedavacı olduklarını, cinsellik kimyasalları vücudu sardığında akrabanın bile hoş görülebileceğini, insanların çoğunun yeniliğe kapalı olduğunu, düşünmeden hareket ettiklerini bir bir ortaya koyuyor. Bu deneylerin hepsini süreçleriyle beraber anlatıyor. İnsanları nasıl kandıracağını, onların ne kadar tahmin edilebilir olduğunu her projesinde bir kez daha göstermeyi başarıyor.
Neden okumalısınız: Dan Ariely, bir sonraki kitapta bahsedeceğim bir konuyu bize üstü kapalı anlatıyor. Bizler aldığımız kararları aslında farkında olmadan alan varlıklarız. Farkında olduğumuzu sanıyoruz ama değiliz. P.T. Barnum’un dediği gibi kandırılmayı bekleyen kişileriz. Ariely’nin anlattıklarını okuduğunuzda aslında ne kadar da gafil avlandığınızı, çevrenizdeki kurum ya da kuruluşların sizi nasıl yönlendirdiğini daha iyi anlayacaksınız. Kitabı okurken gün içerisinde yaptıklarınızı, tercihlerinizi gözden geçirecek ve büyük ihtimal kitaptaki deneye tabii olan insanlardan biri olduğunuzu fark edeceksiniz.
Şafak Altun – Ferrari’yi Çalan Fil
Dan Ariely, Akıldışı ama Öngörülebilir kitabında insanları nasıl yönlendireceğini bilerek deneyler yapıyor. Şafak Altun ise yönlendirildiğinizi, verdiğiniz kararların size ait olmadığını açık açık söylüyor ve içinde olabileceğiniz psikolojiyi, durumu tek tek özetliyor. Kitabının içinde birçok psikolojik durumu örnekleri ile açıklamaya çalışan yazar, belki de adını hiç duymadığınız durumlardan bahsediyor.
Hangi anlarda ne tür psikolojik durum altına girebileceğinizi, nasıl kararlar verebileceğinizi hatta neden karar vermediğinizi irdeleyen kitap –burada iddialıyım- zihninizi sonuna kadar açacaktır. Adlandıramadığımız durumların hepsinin adının olduğunu, farkında olmadan karar verdiğiniz anlarda bir psikoloji içinde olduğunuzu öğreneceğiniz kitap maalesef size hayatın sırrını vermiyor. Hatta size hiç iyi şeylerden bahsetmiyor diyebiliriz. Kendisi de kitabın içinde bunu itiraf ediyor.
Dan Ariely, toplumları nasıl kandıracağını bilirken Şafak Altun size neden kandırıldığınızı anlatıyor. Aynı şekilde kitap bireysel düşünceden çok toplu düşünce üzerinde duruyor. Toplumların, kitlelerin, halkların hangi psikolojik durumlar içinde olduğunu, kararlarını neye göre aldıklarını anlatıyor.
Biraz örneklendirmek gerekirse. Kitapta en ilgimi çeken bölümlerden biri Backfire Effect olarak adlandırılan yalana sıkı sıkıya sarılma psikolojisinin temeliydi. Yapılan araştırmalara göre insanlar bir “şeye” körü körüne inanıyorsa, isterseniz ona gerçeği gösterin, yalanına, gerçeği reddedip daha sıkı sarılacaktır.
Başka bir örnek vermek gerekirse televizyonun inkar edilemez gücünden bahsediyor. Meşhur The Night Stalker’ın yakalanmasının ana sebebi olan televizyon, bir insanı baştan çıkarabilecek bir güce sahip. Konukların davet edildiği ve en sonunda katilin tespit edildiği bir realite programında, bir kişi, ki bu gerçek bir örnektir, karakolda verdiği ifadenin tamamen tersini söyleme gafletine düşüp herkesin önünde katil olduğunu itiraf etmiştir. Yazara göre bu, tümüyle televizyonun gücüdür ve ünlü olmaya olan merakın en şaşırtıcı itiraflara bile gebe olabileceğini söylüyor.
Neden okumalısınız: Dan Ariely gibi Şafak Altun da size aslında tercihlerinizin ve kararlarınızın sorunlu olduğunu, yönlendirildiğini ve yönlendirmeye açık olduğunu anlatıyor. Ariely deneylerle bizzat kendisi deneyimlerken Şafak Altun etkisi altında olabileceğiniz bütün efekt ve etkileri tek tek listeleyerek adını bile duymadığınız durumlardan bahsediyor. Kitabı, özellikle toplumu anlamak, hangi psikolojiye göre hareket ettiklerini irdelemek için okumanızı öneririm. Aynı şekilde anlatılan efektlerin hangisinin üzerinizde etkisi olduğunu, hangisinin sizi etkilediğini de fark ederek kendi içinizde bir sorgulama yapabilirsiniz. Gerek ekonomik gerek sosyolojik birçok efekt okuyarak kararlarınızı sorgulayabilir, özgür irade denen şeye biraz daha yaklaşabilirsiniz.
Gustave Le Bon – Kitleler Psikolojisi
İlk iki kitap ne kadar toplumlara odaklansa da kişisel veriler de sunuyor. Ne kadar kolay yönlendirilebilir olduğunuzu anlatmaya çalışıyorlar. Kitleler Psikolojisi ise bireysel bir kitap değil. Tamamen topluma, kitlelere yönelik. Zaten yazar Gustave Le Bon bunu kitap içerisinde bol bol vurguluyor. Temelindeki mesaj ise çok basit: Evde, tek başınızayken asla yapmayacağınız şeyleri kitleleri, toplumları arkanıza aldığınızda nasıl da yapabileceğinizi anlatmaya çalışıyor. Kendisinin 1895 yılında yazdığı bu kitabın günümüzde hala, üzülerek söylüyorum ama, fazlasıyla geçerli olması ise kitabı ürkütücü kılıyor; insanlığın da aslında o kadar da ilerlemediği gerçeğini ortaya koyuyor. Keza 3 kitap arasında en ciddi ve sert yorumları olan kitap da bu kitap.
İlk 2 kitapta kararlarımızın bize ait olup olmadığını öğrenmeye çalışıyoruz. Kitleler Psikolojisi ise bir kitleye dahil olduğunuzda karar alma mekanizmalarının 180 derece nasıl değiştiğini anlatıyor. Diyor ki: Evinizde otururken, yalnızken yapmayacağınız şeyleri kitlelerin içine girdiğinizde yapabilir, buna cesaret edebilirsiniz. Tek başınıza varlığınızın bir değeri olmayabilir, kendinizi zeki hissetmeyebilirsiniz lakin bir topluluğun içine girdiğinizde nötürlenir ve ayak uydurursunuz diyor. Sinek bile incitemeyecek bir kişiyken kitlenin içinde vandala dönüşebilirsiniz. Bunu en güzel örnekleri ideolojik kitleler, spor taraftarları ve siyasi oluşumlardır.
Günümüzde, özellikle de sosyal medyanın kitleleri birleştirici gücü ile Gutave Le Bon’un yazıkları ayyuka çıkmaya başladı. Eskiden insanlar, evlerinde oturur, kafalarında yatan çılgın düşünceleri sadece hayal etmekle kalırdı. Şimdi telefonunuzda yapacağınız birkaç tıklama ile sizin gibi düşünen yüzlerce, belki de binlerce insana ulaşabiliyor, onlarla örgütleniyor, onlardan aldığınız enerji ile aklınıza bile gelmeyecek aksiyonlara girebiliyorsunuz.
Ve yine, Gustave Le Bon’un da bahsettiği gibi, kitle olmanın bireylere getirdiği bir özgüven ve mutluluk vardır. Düz Dünyacılar, siyasal islamcılar, İlluminaticiler ve daha birçok grup, belki de inançlarının ve varlık sebebi olan gruplarının gerçekçiliğinden şüphe ediyor olsa da bir kitlenin içerisinde olmanın verdiği güven duygusundan ötürü aşırılığa devam ediyor olabilir. Sanırım son yıllardan verilebilecek en güzel örnek, Amerika’da 6 Ocak’ta yaşananlardır. Kitleselliğin verdiği güç ile birçok kişi hayat boyu utanacakları bir maceranın içerisine girdiler.
Neden okumalısınız: Basit bir sebebi var. Modern dünya sebebiyle kalabalıklara sürekli karşılaşıyor ve bu kalabalıklar içerisinde hareketlerimiz bilinç dışı gerçekleşebiliyor. Kendinizi daha iyi anlamak, girdiğiniz kitlenin tehlikeli olup olmadığını anlayabilmek adına Kitleler Psikolojisi mutlaka okunması gereken kitaplardan. Dışarıdan gözlem yapmak adına da başarılı bir kitap. Kitlelerin potansiyellerini, nasıl hareket ettiklerini ve nasıl yönlendirilebildiklerini ekonomik, zaman, dini ve birçok başka açıdan öğrenebilirsiniz.
Valerii Ege Deshevykh’nin bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Comments