0
Bizi Instagram'da Takip Et

Luca Guadagnino’nun Queer filmi, William S. Burroughs’un yarı-otobiyografik novellasından cesur, ateşli ve tartışmalı bir uyarlama olarak karşımıza çıkıyor. 1950’lerde yazılan ancak 1985’te yayımlanan bu kaynak eser, duygusal olarak sarsılmış ve kendini yıkıma sürükleyen bir adamın zihnine bir pencere açıyor. Daniel Craig’in William Lee rolündeki kusursuz performansıyla film, hem Guadagnino’nun kendine özgü tarzının yeni bir örneği hem de tatmin edilemeyen arzuların zorlu bir keşfi olarak seyirciyle buluşuyor.

Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan filmin, Türkiye prömiyeri ise geçtiğimiz aylarda gerçekleşmesi planlanan Mubi Fest dahilinde olacaktı. Fakat “uygunsuz içerik” gözüyle bakılan Queer nedeniyle festival iptal olmuştu. Tekrar hatırlatmak isteriz ki, sanata, sanat formuna, sanat özgürlüğüne dair her şeye karışmaya başlayan bir ülkeyle, sansürle, yasakla ve tehditle devam eden bir anlayışla çölleşmeye mahkumuz demektir. Bu yüzden kendi inançları doğrultusunda inandıkları sözde “değerleri” insanlara empoze edemeyeceklerini öğrenmelerini umuyoruz.Queer Film İncelemesi Arakat Mag Luca Guadagnino Daniel Craig A24 Mubi

Takıntı, Karşılıksız Aşk ve Kimliğin Kırılganlığı

2024’ün başında Challengers ile harika bir etki yaratan, üretkenliğiyle tanıdığımız Luca Guadagnino, yılın sonunda ise William S. Burroughs’un yarı-otobiyografik romanından cesur bir uyarlama olan Queer ile karşımıza çıktı. Film, 1950’lerin Meksiko şehrine ve Güney Amerika’nın ormanlarındaki canlı ve çalkantılı manzaralarına dalarken, takıntı, karşılıksız aşk ve kimliğin kırılganlığı temalarını ön planda tutuyor. Guadagnino’nun tarzı bilenler bilir ve hemen tanınabilir: doygun renkler, titizlikle düzenlenmiş çerçeveler ve ham yoğunluk ile dingin içe dönüklük arasında salınan rüya gibi bir gerçeklik. Ancak bu estetik inceliklere olan bağlılık, zaman zaman hikâyenin duygusal özünün tam anlamıyla keşfedilmesini gölgede bırakıyor; karakterlerin iç dünyaları, görsel ihtişamın arasında kaybolabiliyor.

Hikâyenin merkezinde, Daniel Craig’in inanılmaz bir performansla canlandırdığı William Lee karakteri yer alıyor. Craig, önceki rollerinden tamamen sıyrılarak Lee’nin zihnine giriyor, Guadagnino’nun rehberliğinde ise bu zihnin içine çekiliyoruz. Karakterin bağlantısızlığı ve özlemleri, neredeyse baskıcı ve nostaljik bir atmosferle katmanlanıyor. Özellikle morfin bağımlılığı üzerinden, Lee’nin madde bağımlılığı ile mücadelesini görüyoruz ve bu durum, karaktere hüzünlü bir boyut katıyor. Film, bağımlılığın yıkıcı etkilerini sergilemekten çekinmiyor; bağımlılığın döngüsel doğasını ve Lee için temsil ettiği çaresiz kaçışı güçlü bir şekilde betimliyor.

Lee tam bir paradoks gibi. Hem kendinden nefret eden, hem kendini yücelten, hem şefkatli hem de avcı bir kişilik. Onun, gizemli Eugene Allerton’a (Drew Starkey) olan saplantısı ise anlatının duygusal merkezini oluşturmakta. Eugene, motivasyonları asla tam olarak anlaşılamayan bir fotoğrafçı olarak, Starkey’in sessiz bir mıknatıslıkla hayat verdiği bir karakter. İnce, kusursuz ve çevresindeki sıcağa ve kaosa karşı bağışık bir duruş sergileyen Eugene, Lee’nin ulaşamayacağı bir ideali temsil etmektedir. İkisi arasındaki ilişki ise Lee’nin tatmin ihtiyacının, Eugene’in kayıtsız duruşuyla çatıştığı bir itiş-çekiş dinamiği üzerine kuruluyor.

Bu noktada Guadagnino’nun Burroughs’un eserine yaklaşımı, bir saygı duruşu olduğu kadar bir yeniden yorumlama niteliği de taşıyor. Queer, edebi köklerini kucaklarken aynı zamanda belirgin bir sinematik kimlik de kazanmaya çalışıyor. Bu denge, Guadagnino’nun yaklaşımını tanımlasa bile, duygusal açıdan erişilebilirlik ile estetik bir sanatsal hırs arasında kalan film, kusurlarıyla da öne çıkıyor.Queer Film İncelemesi Arakat Mag Luca Guadagnino Daniel Craig A24 Mubi

Burroughs’un Mirası ve Guadagnino’nun Yorumu

William S. Burroughs’un Queer adlı eseri, yazarın büyük bir çalkantı ve dönüşüm döneminde ortaya çıkmış; bağımlılık, suçluluk ve yabancılaşma temalarıyla dikkat çekmişti. Luca Guadagnino ise, uyarlama senaryoyu yazan Justin Kuritzkes ile birlikte, bu çalkantının özünü yakalamak istercesine, cesur ve gerçeküstü tercihlerle başvuruyor. Film, “belirsizlik” üzerinden varlık bulurken; gerçeklik ve halüsinasyon arasındaki sınırlar bulanıklaştırılıyor. Böylece, Burroughs’un edebi tarzı ve ana karakterin psikolojik çözülüşü yansıtılmaya çalışılıyor.

William Lee, bu kaosu bünyesinde barındıran bir karakter; arzularında, güvensizliklerinde ve bağımlılığında savrulan bir adam. Guadagnino da, bu unsurları zıtlıklar üzerine kurulu bir görsel dille güçlendiriyor:  Tıpkı Meksiko şehrinin canlı ihtişamı ile bunaltıcı izolasyonu yan yana gelmesi gibi, Craig’in de keskin performansı ile hikâyenin rüya gibi sisli anlatımı yan yana geliyor. Lee’nin madde bağımlılığı tasviri acımasız bir gerçeklikle yapılıyor; bu durum sadece fiziksel bir bağımlılığı değil, aynı zamanda doldurulmaya çalışılan duygusal boşluğu da gözler önüne seriyor. Guadagnino, Lee’nin uyuşturucu etkisi altındaki kişiliğini sahnelerken, bağımlılık ile kimlik arasındaki kesişimin de keşfedilmesini sağlıyor ve karakterin kendi şeytanlarıyla olan mücadelesini, hem ürkütücü hem de empatik bir portre ile sunuyor.

Lee ile Eugene arasındaki dinamik ise belirsizlik ve gerilimle şekilleniyor. Eugene’in ulaşılamaz doğası, Lee için hem bir hayranlık hem de hayal kırıklığı kaynağına dönüşüyor. Lee’nin kendinden fazlasıyla küçük olan bu genç adamın duygularını çözme çabası, arzusunu daha da körüklüyor. Bu belirsizlik, yalnızca Lee’nin saplantısını beslemekle kalmıyor, aynı zamanda arzunun anlaşılması güç doğasını da yansıtıyor. Film, arzunun algıyı nasıl çarpıtabileceğine ve bireylerin tatmin arayışı sırasında nasıl benliğini kaybedebileceğine parmak basıyor.Queer Film İncelemesi Arakat Mag Luca Guadagnino Daniel Craig A24 Mubi Drew Starkey

Queerlik, Bağımlılık ve Yabancılaşma

Queer, özünde, yalnızlık ve bağ kurma özleminin bir içsel yansıması gibi. Film, queer kimliğin karmaşıklıklarını ele alırken, samimiyet ve kırılganlık anlarını cesur bir dürüstlükle tasvir ediyor. Call Me By Your Name‘in nazik ve güneş ışığıyla dolu romantizminin aksine, Queer, karanlık bir bölgeye giriyor; arzunun alınıp satılabilir doğasını, karşılıksız sevginin duygusal yükünü ve bağımlılığın tüketici etkisini gözler önüne seriyor.

William Lee’nin Eugene’e olan takıntısı, yalnızca bir hayranlıktan ibaret değil; bu, Lee’nin öz değer ve aidiyetle ilgili daha geniş çaplı mücadelelerinin bir etkisi. Guadagnino, bu içsel çatışmaları gerçeküstü imgelerle dışsallaştırıyor: kopuk zaman çizelgeleri, ateşli halüsinasyonlar ve tüyler ürpertici görsel metaforlar gibi. Bağımlılık, Lee’nin yolculuğunda merkezi bir rol oynuyor; reddedilmişlik ve kendine duyulan nefretle şekillenen bir gerçeklikten kaçma çabalarını simgeliyor. Film, madde kullanımını hem bir başa çıkma mekanizması hem de bir çözülme katalizörü olarak sunarak, queerlik ve bağımlılık arasındaki kesişim noktaları üzerine çarpıcı bir yorum getiriyor.

Bu tematik derinlik, kişiselden evrensele uzanıyor ve insan olmaya dair etkileyici bir bakış açısı sunuyor. Queer, izleyicileri kendi korkuları ve güvensizlikleriyle yüzleşmeye zorlayarak, onları merkezine aldığı karakterleriyle birlikte, bu anlatının rahatsız edici yanlarını keşfetmeye davet ediyor. Guadagnino bunu yaparken, özlem ve boşluğun bir tasvirini de anlatıya ekliyor ve Queer‘i arzu, bağımlılık ve yabancılaşma arasındaki kesişimlerin arasında tutuyor.

Film İncelemesi Arakat Mag Luca Guadagnino Daniel Craig A24 Mubi

Duygusal ve Fiziksel bir Boşluğu Kapatmak

Film, olay örgüsünün merkezi noktasında karşılıksız özleme ve bunun beraberinde getirdiği yalnızlığa odaklanıyor. Lee’nin Eugene’e olan takıntısı, karşılıklı bir aşktan ziyade, duygusal ve fiziksel bir boşluğu kapatma konusundaki çaresiz ihtiyacını yansıtıyor. Onun telepati arayışı, başkalarıyla daha derin bir düzeyde bağ kurma konusundaki yetersizliğinin bir simgesi olarak öne çıkıyor.

Hikâye Güney Amerika’ya geçtiğinde, Lee’nin Eugene’e olan takıntısı yeni bir boyut kazandığını da görüyoruz. Ekvador ormanlarını keşfetme bahanesiyle, Lee, Eugene’i onunla birlikte “yage” (ayahuasca) arayışına katılmaya ikna ettiğinde, Lee, bu psikedelik ilacın kendisine Eugene’in düşüncelerini telepatik olarak anlama yeteneği vereceğine inanmaktadır. Bu yolculuk, Lee’nin ruhsal derinliklerine yapılan hem metaforik hem de gerçek bir inişe dönüşür. Filmin temposu burada değişir; orman ortamı, hikâyenin halüsinasyonel özelliklerini güçlendirir. Guadagnino, gerçeküstücülük üzerine yoğunlaşır ve grotesk ile duyusal alanın iç içe geçtiği sahnelerle izleyiciyi bir çeşit kapana sıkıştırır. Tam bu noktada, ayahuasca yolculuğunda öne çıkan başka bir an ise, Lee ve Eugene’in vücutlarının birleşiyormuş gibi görünmesidir. Böylece filmde, Lee’nin “birlik” özlemini ortaya koyan bir görsel tablo yaratılır.

Filmde devamlı tekrarlanan bir simge olan kırkayak ise, Burroughs’un romanında yalnızca kısa bir referansa sahip. Ancak Guadagnino, bu simgenin anlamını Burroughs’un günlüklerinden yola çıkarak farklı bir yere çekiyor ve kırkayak, bu filmde bastırılmışlığı temsil ederek, hikayenin özündeki kötü karakter oluveriyor. Aynalar ve yansımalar ise tekrarlayan motifler olarak karşımıza çıkarken, aynı zamanda Lee’nin kendini algılama mücadelesini de vurgular ve hikâyenin içsel doğasını güçlendirmek için kullanılır. Özellikle zekice tasarlanmış, sinemada geçen bir sahnede, Lee ve Eugene’nin yansımalar üzerine bir tartışmayı konu alan filmi izlediğini görürüz. Bu sahne, karakterlerin ilişkisine dair bir meta-yorum ve izleyicinin gözlemci rolüne yapılan bir etkileşim niteliği taşır.

Drew Starkey Daniel Craig Queer

Kutuplaştırıcı Bir Provokatif Deneyim

Queer, kurallara boyun eğmeyi reddeden, meydan okuyucu özgüvenini kucaklayan bir film. Filmdeki seks sahneleri oldukça açık ve kapsamlı. Craig’in iki partneri olan, Drew Starkey ve ilk kez bir filmde rol alan şarkıcı-şarkı yazarı Omar Apollo fazlasıyla cesurlar. Bunun yanında Guadagnino’nun ayrıntılara olan titiz dikkatini, Sayombhu Mukdeeprom’un etkileyici sinematografisini ve Stefano Basil’in gerçeküstü prodüksiyon tasarımının etkisini her karede görmek mümkün. Bu unsurlar, hem tanıdık hem de yabancılık hissi veren bir dünyaya izleyiciyi çeken ve şaşırtan bir duyusal deneyim yaratmak için birleşiyor.

Ancak bu sanatsallığa olan bağlılık, dezavantajlarını da beraberinde getiriyor. Filmin parçalı anlatımı ve sembollere olan yoğun dayanışı, bazı izleyicilerin karakterlerle bağ kurmasını engelliyor, duygusal yoğunluk zedeleniyor ve bu durum seyir zevkini zorlaştırabilecek kadar sıkıntılı olabiliyor. Böylece de film, seyirci bazında kutuplaşmaya yol açıyor. Ancak, tuhaflıklarını kucaklamaya istekli olanlar için Queer, akılda kalacak temalar ve görsellikle dolu, zengin bir provokatif deneyim sunuyor.

Queer, aslında Guadagnino’nun hırsı ve sanatsal yeteneğinin bir kanıtı da denilebilir. Film, edebi kökenlerini yansıttığı kadar, kendi sinematik dilini de ön planda tutuyor. Hikâye anlatıcılığının sınırlarını zorlayan, konvansiyonlara meydan okuma cesaretine sahip bir yapım olmayı da başarıyor. Queer ile Guadagnino, arzu, saplantı ve kırılganlıkların keşfedilmemiş bölgelerine korkusuzca adım atıyor.


Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Bird: Ken Loach’un Kaldığı Yerden

The Girl With the Needle: Grotesk Bir Şiir

Ferit Doğan
Yüksek Lisans öğrencisi (Radyo, Televizyon ve Sinema). Film eleştirmeni. Senaryo yazarı. Yönetmen.

2025 BAFTA Adayları Açıklandı: İşte Tüm Liste!

önceki yazı

Seven: Nietzsche, Ahlak ve Yedi Ölümcül Günah Üzerine

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir

daha fazla Film Eleştirisi