0

İsveç asıllı Polonyalı yönetmen Magnus von Horn’un Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yaptığı The Girl With the Needle nutkumuzu kesen türden bir anlatı sunuyor. Siyah-beyaz ve 3:2 formatında çekilen bu yapım, izleyenlere adeta şiirsel bir sinema deneyimi vadediyor. Danimarka’nın Yabancı Dilde En İyi Film Oscar aday adayı olan The Girl With the Needle’ı Filmekimi’nde kaçıranlar üzülmesin; film pek yakında MUBI’de gösterimde olacak.

The Girl With the Needle, I. Dünya Savaşı sıralarında Kopenhag’da geçen, birden fazla toplumsal ve bireysel sıkıntıyı içine alıp rahatsız edici çekimleri ve sesleriyle grotesk bir yapıya ulaşıyor. Bütün bu rahatsız edici unsurları hayatın bir parçasından alan eser, ataerkil toplumlarda azımsanmayacak bir şekilde karşımıza çıkabilecek tüyler ürpertici bir deneyim sunuyor. Protagonistimiz Karoline’in film boyunca çektiği ızdırap ise sadece kelimelerle değil, izleyerek hissedebileceğimiz bir ağıt.

Bu yazı The Girl With the Needle filmi hakkında spoiler içerebilir.

The Girl With the Needle

Savaş, Savaş Asla Değişmez

The Girl With the Needle, I. Dünya Savaşı’nın gölgesinde, Kopenhag’da terzi olarak çalışan Karoline’nin küçük dairesinde ışıklanıyor. Savaşın getirdiği geçim sıkıntısı, sadece cephede değil, hatta günümüzün refah seviyesi en yüksek ülkelerinde bile hissedilebilecek bir gerçeklik olarak öne çıkıyor. Savaşa uğurladığı kocası Peter’dan ayrı, kıt kanaat geçinen Karoline, bir gün dairesinden tahliye edilme haberiyle sarsılıyor; bu, filmin izleyiciye ilk acımasız darbeyi vurduğu an oluyor. Mecburen, maaşına uygun ancak insan onuruna yakışmayacak kadar kötü bir daireye taşınıyor. Evini kaybetmenin verdiği huzursuzlukla çalıştığı fabrikanın patronu Jorgen’in odasında kendini dul maaşı isterken buluyor. Bu karşılaşma, Jorgen ile olan diyaloglarından sonra yeniden gözlerini açıyor hayata Karoline. Yeni bir aşk, şefkat ve daha varlıklı bir hayatın onu kucaklayabileceğini hayal ediyor, belki de buna inanmak istiyor.

Bu süreçler yaşanırken, tanıdık bir ses kapısını çalıyor; savaşın sert izlerini taşıyan, hüviyetini ve yüzünü savaşta yitirmiş kocası Peter çıkageliyor. Peter’ın varlığı, savaşların ne kadar acımasız ve yıkıcı olduğunu seyirciye o kadar güçlü bir şekilde sunuyor ki benzimiz atıyor. Savaşın getirdiği travmalar, Peter’da uykusuzluk, iktidarsızlık ve derin bir acı olarak melun bir iz bırakmış; ruhunu kaybetmiş, hayatla bağını koparmamak için uyuşturuculara sığınan biri haline dönüşmüş. Peter, adeta ruhu olmayan bir et yığını olarak sahne alıyor. Geceleri kendini kaybediyor, sayıklamaları Karoline’nin kulağında yankılanıyor. Sonunda Karoline elveda diyor Peter’a. Kötürüm Jorgen’in kolunda bahçesinde ebruli hanımeli açan eve giriyor.

The Girl With the Needle Film İncelemesi Arakat Mag

Limanı Olanın Aşkı Olmaz ki Bayım

Karoline, o büyük umutlarla gittiği masalsı hayatı beklemediği bir anda hezimete uğruyor. Yutan anne sendromlu Jorgen’in kendi bilincini, insanlığını ve birey olma özelliğini annesi tarafından işgal edildiğini görüyoruz. Kılını bile kıpırdatacak kadar temel fonksiyonlarından yoksun Jorgen, müstakbel eşi Karoline’nin hamile olduğunu ve kürtaj olmayacak kadar büyük bir canı taşıdığını umarsızca seyir ediyor sadece. Karoline nefret ediyor, haykıracak fakat haykıramıyor, kin kusacak fakat kusamıyor ve toplumun dayattığı düzene boyun eğiyor.

Sadece Karoline boyun eğmiyor aslında. Bütün kadınlar sosyal normların kurbanı olarak onunla aynı acıyı yaşıyor. Nefret ettiği birinin çocuğunu taşımak zorunda kalıyor, kendi parçasından hem iğreniyor hem acıyor hem de seviyor. Bütün bu duygu karmaşlarını yaşamak zorunda kalan erkekler olmuyor. Kadınların yaşamak zorunda bırakıldığı bu durumda belki parasızlıktan belki ulaşım kaynaklarının sınırlı olmasından dolayı kendinden iğrenebilecek bir duruma kadar varıyor. Kendi imkanlarıyla kurtulmaya çalışmak ise intihara giden bir yol olarak çıkıyor sadece.

Duygudurum bozukluğunun kurbanı olan Karoline’nin bir kurtarıcı gibi elinden tutabilecek şeker dükkanı sahibi olan Dagmar ilk defa sahneye çıkıyor. Karoline’yi kolluyor, gözetiyor ve nasihatlarda bulunarak zayıf durumda olduğunu bildiği Karoline’yi kendi himayesi altına alması çok uzun sürmüyor.

The Girl With the Needle Film İncelemesi Arakat Mag

Etimle Kemiğimle Nefret Ettim

Dagmar, şeker dükkânının arkasında istenmeyen çocukları sahiplendiren aracı biri olarak tanıtılıyor. Çocukları iyi bir avukat ya da doktora sahiplendirdiğini iddia eden Dagmar, yoksul ve çaresiz durumdaki annelere para karşılığında “yardımda” bulunuyor. Karoline’in zayıf durumundan yararlanan Dagmar, onu kendi çatısı altına alarak dışarıya gösterdiği maskesini sarsılmaz bir inançla koruyor. Gerçek yüzü ise çok acı.

Yenidoğan bebek ölümleri yalnızca hastanelerde gerçekleşmiyor. Korkunç gerçek, hayatın her yanına sızmış, aramızda gezinen bir karanlık olarak tüm dehşetiyle var oluyor. Olanca çirkinlik her zaman bir avuç para için değil; bazen anne olamamanın getirdiği bir hınç, bazen çocuğun ırkını beğenmeyen bir doktor… Seçimlerimiz bizi biz yapar. Seçimlerimizi insanlığımızı unutarak yapmamalıyız. Bu paragrafı daha fazla ilerletemiyorum. Bu satırları yazmak, düşünmek bile tiksindirici. İçimde yalnızca derin bir nefret ve acı var.

Her Yanım Yara Bere İçinde Kalbim

Dünya iğrenç bir yer ve buna karşı koyamıyoruz. The Girl With the Needle, I. Dünya Savaşı’nın gölgesinde, hayatın zorlukları ve toplumsal baskıların içerisinde sıkışan Karoline’nin trajik öyküsünü gözler önüne seriyor. Film, savaşın yıkıcı etkileri ve ataerkil toplumun kadınlara yüklediği acı dolu yükü, görsel ve işitsel anlamda rahatsız edici bir gerçeklikle sunmakla birlikte derin bir duygusal yolculuğa çıkarıyor. Karoline’nin yaşadığı yoksulluk, toplumsal normlara boyun eğme zorunluluğu ve bireysel acılar topyekün evrensel bir eleştiri olarak karşımıza çıkıyor.

The Girl With the Needle, izleyiciye hayatın karanlık yüzünü göstererek insanlığın toplumsal ve bireysel yaralarını tüm çıplaklığıyla sorgulatan bir yapım. Bunların yanında Tarih 4 Kasım 2024. Türkiye’de şüpheli bebek ölümleri yaşandı/yaşanıyor.


Ömer Faruk Edremit‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Seed of the Sacred Fig: Bir Mikro Sosyoloji İmkanı

Terrifier 3: Art the Clown Artık Bir İkon

 

Ömer Faruk Edremit
Boşlukları dolduruyorum...

Dragon Age The Veilguard: Potansiyelini Kaybeden Bir Seri

Previous article

Heretic: İnanç ve Kontrol Gerilimi

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like