Dünya prömiyerini 77. Cannes Film Festivali’nde yapan The Seed of the Sacred Fig Jüri Özel Ödülü ile beraber FIPRESCI ödülünü kazanmıştı. Bu ödüller sonrasında da dikkatleri üzerine çekmişti.
Film, İran rejiminin insanlar üzerindeki etkisini bir aileyi merkezine alarak anlatıyor. Yönetmeni Mohammad Rasoulof da İran rejiminden hakkına düşeni almış ve hapis cezasına çarptırılmış bir yönetmen. 2024 yılına bu filmi yetiştirip Cannes Film Festivali’nde yarışması ve Jüri Özel Ödülü alması ise başlı başına bir belgesel film konusu.
Filmler kaçınılmaz olarak üretildikleri toplumun kodlarını taşır. Bu sebepten İran filmlerinde de genellikle baskıcı bir rejim anlatısı vardır. The Seed of the Sacred Fig’i “iyi film” yapan şey koca bir ülkenin çok katmanlı sorunlarını çekirdek bir aile üzerinden çok güçlü bir şekilde anlatabilmesi.
Bu yazı The Seed of the Sacred Fig filmi hakkında spoiler içerebilir.
The Seed of the Sacred Fig, “Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesi” üzerinden İran rejimine bir bakış atıyor. Merkezine aldığı ailede baba dışında üç kadın var: anne ve iki genç kız çocuk. Baba Iman (Missagh Zareh) yıllardır çalıştığı iş yerinden terfi alabilmesi için bir soruşturmaya alınır. Soruşturma kapsamında sadece kendisi değil ailesi de incelenecektir. Iman bu konuda ailesini sıkı sıkı tembihler ve “iktidarları rahatsız edecek bir halde davranmamaları” gerektiğini söyler. Evdeki kızlar Rezvan (Mahsa Rostami) ve Sana (Setareh Maleki) rejim için tehdit unsurlarıdır.
İktidarlar, Mikro İktidarlar
Çünkü sadece Mahsa Amini gündeminden dolayı değil normalde de feminist kızlardır. Hele ki gündem bir ahlak polisi tarafından öldürülen Mahsa Amini olduğunda bu kızlar çok daha büyük tehditlerdir. Iman ise politik olarak kızlarına kıyasla çok daha liberal kalır. İktidarla arası o kadar da kötü olmayan, hatta alenen “sistemin adamı” diyebileceğimiz bir konumdadır. Anne Najmeh (Soheila Golestani) ise daha orta yolcu gibi görünüp kızlarını kocasına ezdirmek istemese de çok daha Iman’e yakın bir konumdadır. Yani Najmeh de “sisteme ait” birisidir. Dört kişi üzerine kurulu bu filmde kimin nereye ait olduğunu iyi anlamamız gerekiyor. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi bu aile İran’ın bir mikro hali.
Iman, soruşturma kapsamındayken kendisine bir silah verilir ve bu silahı kaybetmemesi istenir. Eğer silah kaybolursa kendisine 3 yıl hapis cezası verilecektir. Her ne kadar sistemin adamı da olsa Iman acemi birisidir ve silahı evin ortasında bulunan bir çekmeceye saklar. Silah kaçınılmaz olarak kaybolur. Bu silahın kaybolmasıyla beraber evdeki gerilim iyice tırmanır. Bu defa da evde yaşayan insanlar baba tarafından bir soruşturma altına alınır. Ne yapılıp edilip silahın bulunması gerekir. Burada baba ve kızlar karşı karşıyayken anne kilit isim olur.
Kızlar hem aile içinde hem de sokakta zaten ataerkil bir sisteme karşı mücadele etmektedirler. Bu yetmezmiş gibi kendileriyle hemcins olan anneleriyle de mücadele etmek zorunda kalırlar. Yönetmen Rasoulof, hikâyeyi anne üzerine kurar. Çünkü anne bir kadın olmasına rağmen ataerkil düzeni çoktan kabullenmiş ve ona hizmet eden bir kadın olmuştur. Bunda tabii ki yaşının da etkisi var. Bunu en iyi Mahsa Amini olayları için sokağa çıkan kadınlar hakkındaki yorumunda görürüz: “Onlar insan değil, onlar haydut!”
Güncel Konuların Tam Ortasından
Film her ne kadar Iman üzerine kurulu gibi görünse de çok daha arada kalmış Najmeh üzerinden anlatılır. Yönetmenin bunu tercih etmesinin elbette bir sebebi var. Kızlar ya da Iman üzerinden anlatılan bir hikâye çok daha “içeriden” ve “taraf” olunarak anlatılırdı. Ancak Rasoulof, taraf olmaktan kaçmasa da (elbette rejime karşıdır) hikâyeyi dışarıdan anlatır.
Filmin ilk yarısında kızların Sadaf (Niousha Akhshi) isimli bir arkadaşı filme dahil olur. Sadaf filmdeki kızlardan çok daha “tehlikeli” birisidir. Çünkü Mahsa Amini yürüyüşlerine katılan, düzenli olarak protestolar yapan, çok daha “açık görüşlü” biridir. Sadaf, Sana ve Rezvan’ı daha çok kışkırttığı için Iman ve Najmeh tarafından çok sevilmez. Çünkü o da bir çeşit “haydut” olarak görülür.
Sana ve Rezvan bu “haydut”la beraber zaman geçirmekten keyif alır. Belki kamusal alanda çok fazla rahat rahat buluşup görüşemezler ama kızların odası gibi bir özel alanda çok eğlenirler. Uzun uzun makyaj yapıp “kimin daha seksi” olduğunu düşünürler. Sadaf adeta bu aileye sızmış bir “parazit” gibidir.
Sadaf’a Iman ve Najmeh her ne kadar mesafeli yaklaşsa da bir noktada bu da kırılır. Filmin ilk yarısında Sana ve Rezvan Sadaf’ı kanlar içinde evlerine alırlar. Kısa bir süre sonra anneleri Najmeh eve gelir ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Sadaf’ın yüzünün çok kötü yaralandığını gören Najmeh haydutlardan biri olarak gördüğü Sadaf’ı dizine yatırır ve tedavi eder. Çünkü ne olursa olsun Najmeh de bir kadındır ve hatta annedir. Bu sahne oldukça uzun sürer. Özellikle arkada kullanılan müzikle beraber gerçekten izlemesi zor bir sahneye dönüşür. Najmeh’in Sadaf’ın yaralarına ilk yardım müdahalesi ederken “haydutlarla” özdeşlik kurmaya başlarız. Bu sahne seyirci olarak bizim artık tamamen sistemi karşımıza aldığımız ve kadınların haklı protestosuna destek verdiğimiz sahnedir.
Bir Çeşit İktidar Krizi
İlk iki başlıkta filmde dair iki farklı konudan bahsettim. Biri babanın evin içerisindeki iktidarı diğeri de Sadaf’ın sokakta yaşanan politikayı bu aileye taşıması. Filmi bu şekilde açmak ve açıklamak zorundayım çünkü filmde tek bir hikaye yok. Dışarıda yaşanan olayların mikro hali bir ailede var. Bu başlıkta tekrar aile içinde yaşanan krizlere döneceğim.
Silahın kaybolmasıyla iyiden iyiye paranoyak olan Imen kızlarını bazen tehdit ederek bazen onlara nasıl zor bir durumda olduğunu anlatmaya çalışarak silahını ister. Kızlar ise silahın kendilerine olmadığını söyler. Her iktidar gibi Imen de çözümü aşağısındaki insanlara eziyet etmekte bulur. Önce telefonlarını ellerinden alır (ki telefon kızların özel alandan kamusal alana çıkmanın bir yoludur) daha sonra onları odalarına kilitler (ki bu kızları daha da özel alana sıkıştırmak demektir) ama yine de istediğini elde edemez. Tüm bu iktidar kavgaları olurken evin annesi babadan taraf olsa da kızlarla iyi anlaşmaya ve kızları doğruyu söylemeleri konusunda ikna etmeye çalışır. Annenin buradaki konumlanışı iktidar ve halk arasındaki “medyanın rolüne” çok benziyor. Halkı iktidara yaklaştırmak ve ikna etmek için medya neyse bu filmde de anne o rolde.
Bu ailede kızların odaları ortaktır ve zamanla daha büyük bir eve taşınarak kişisel odaları olur. Imen’in terfi alabilmesi demek bu ailenin zamanla daha da rahatlaması ve refah seviyelerinin yükselmesi demektir. Ancak bunun için silahın bulunması, yani kızların babaları gibi bir mikro iktidarın yanında konumlanması gerekir. Daha sonra Imen de terfi alacak ve daha büyük iktidarların yanında konumlanacaktır. Özetle film ısrarla huzur isteyenlerin iktidarlara yakın olması gerektiğini söyler.
Görünen Silah Patlar
Filmin sonlarına doğru bu aileyi başka bir evde görürüz. Bir ara Imen silahın nerede olduğunu söylemeleri için bu üç kadını bir odaya kilitler. İstediği cevabı alamayınca da evin bodrumunda bulunan odalara ayrı ayrı kilitler. Burada da aslında yine bir iktidar oyunu var. Bir toplumun iktidara karşı birleşmemesi için parçalara ayrılmaları gerekir. Bu parçalama mezhep, siyasi görüş, etnik kimlik, cinsiyetler gibi pek çok şekilde yapılabilir. Ama parçalanmış bir halk iktidara karşı birleşemez.
Klasik anlatı bir filmde eğer bir sahnede silah gösterilmişse o silah bir başka sahnede muhakkak patlar. Bu sinemada bilinen bir yöntemdir ve her zaman işler. The Seed of the Sacred Fig bir klasik anlatı örneği sayılmaz. Silah da zaten bu filmde kullanılmak değil sadece saklanmak için vardır. Fakat evet silah bu filmde de patlar.
Yukarıda bahsettiğim halkı parçalara ayırarak iktidarını sürdürme taktiği Imen’in istediği sonucu verir. Silah ortaya çıkar ama bu defa da kadınlar ve iktidar arasında bir kovalamaca başlar. Bu kovalamacayı ve sonunda patlayan silahı Mahsa Amini’nin bir intikamı olarak görmek belki “aşırı yorumlama” olarak görülecektir ama sinema seyircisi olarak bazen bundan kaçmak ne mümkün?
Yavaş ama Sıkıcı Değil
Teknik olarak kendine yeten bir film The Seed of the Sacred Fig. Her şeyden önce uzun bir film. 150 dakikanın üzerinde süresi var. Yine de sıkıcı değil. Kendine özel bir ritim tutturup bunu filmin sonuna kadar koruyabiliyor. Yönetmen Rasoulof’un, daha önceki filmi There is no Evil de uzun bir filmdi. Yönetmenin genel olarak aceleci bir tavrı yok.
Görüntü yönetmeni Pooyan Aghababaei istikrarlı bir kamera kullanımına sahip. Hareketli bir kamera kullanıp karakterlerle özdeşleşmemizi istemiyor. Onlara daha çok mesafeli yaklaşmamızdan yana kullanıyor kamerasını. Özellikle filmin sonlarında daha çok artan kapalı alanlarda klostrofobi duygusunu iyi hissettiriyor. Genel olarak iyi bir kamera kullanımı olan film bunu başından sonuna kadar iyi götürüyor.
Filmin kurgusuna gelecek olursak o da oldukça yerli yerinde. Sakin bir anlatımı olan film büyük kurgu hamleleriyle dağılmamış. Kendi içinde bir ritim tutturmuş ve bunu iyi götürüyor. Zaman zaman kızların Instagram’da reels izledikleri sahneler var. Bu sahneleri olduğu gibi ekrana koymuş. Bir anda dikey ekranda dışarıda yaşanan protestoları izliyoruz. Kısa bir süre sonra tekrar film evrenine dönüyoruz. Bu tarz deneysel işlerden de kaçılmamış.
Takdir Edilmeyi Çok Hak Ediyor
Film renk paletindeki pek çok rengi de kullanıyor. Yazının başından beri filmi “özel alan” ve “kamusal alan” olarak ikiye ayırdık. Burada da bu şekilde ayırırsak genellikle özel alanda, yani ailenin evdeki sahnelerinde daha çok sarı ışığın kullanıldığını görüyoruz. Sıcak renkler yerinde kullanılmış. Kamusal alana, yani protestoların yaşandığı İran sokaklarına çıkınca da daha çok mavi ve karanlık renklerin kullanıldığını görüyoruz. Elbette dışarıda sarı renklerin olduğu sahneler de var ama kabaca bu şekilde ayırabiliriz. Filmde aile içinde iktidar baskısı arttıkça sarı renklerin kaybolduğunu da görüyoruz. Bu durumun en üst noktası Imen’in kadınları kilitlediği sahneler diyebiliriz. Bu sahnelerde klostrofobi duygusunu da en üst noktaya çıkarabilmek adına daha karanlık renkler kullanılmış diyebilirim.
The Seed of the Sacred Fig, son dönem İran filmleri içerisinde benim için özel bir yere sahip. Değindiği politik konulara bakışı, bunu küçük bir aile üzerinden anlatışı ve iktidar kavramını ele alış biçimiyle oldukça iyi bir iş.
İran sinemasına değil ama ülkemizdeki İran sineması seyircisine oldukça mesafeli biriyimdir. Nedendir bilmiyorum ama İran filmleri söz konusu olunca vasat filmlerin genellikle çok övüldüğünü, daha iyi filmlerin hep kıyıda köşede kaldığını hissediyorum. En azından benim için iyi filmler hak ettiklerinden çok daha az değer görüyor. Bunun en belirgin örneği 2022 yılında Leila’s Brothers gibi bana göre son derece vasat bir filmin insanlar tarafından çok fazla beğenilmesi fakat Holy Spider gibi oldukça iyi bir filmin neredeyse hiç konuşulmamış olmasıydı. Umarım The Seed of the Sacred Fig, Holy Spider’ın yaşadığını yaşamaz ve hak ettiği değeri görür.
Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar