Art the Clown, ilk olarak yönetmen Damien Leone‘nin 2008 yapımı kısa filmi The 9th Circle’da ortaya çıktı ve ürkütücü, sadist karakteriyle hemen dikkat çekti. 2011’de sadece Terrifier olarak adlandırılan başka bir kısa filmle geri dönerek sessiz, acımasız bir katil olarak doğasını daha da pekiştirdi. Aynı zamanda bu kısa film, antolojik bir film All Hallows’ Eve‘de yer aldı. Bu kısa filmler, Art’ın karakterine temel oluşturdu ve onun zalimce, çoğu zaman yaratıcı biçimde işlediği cinayetlere duyduğu takıntıyı ortaya koydu. Sessizliği ve abartılı mimikleri, onu klasik korku ikonlarıyla karşılaştırılabilir hale getirirken, aynı zamanda modern korkuda kendine özgü bir yer edindi ve tahmin edilemez, neredeyse eğlenceli bir acımasızlıkla tanınır hale geldi.
Yaratıcı Unsurlar Yerine, Sadece Sadist Cinayetlere Odaklanma Çabası
Terrifier 3 için diyebileceğim ilk önemli şey, şüphesiz serinin dünya genelindeki erişimini genişletmesi. Tıpkı ikinci film gibi, serinin yeni halkası da Terrifier’ı daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştırdı. Hatta artık “genel izleyici” tarafından tanındı. Eleştirmenler ve hayranlardan da bolca övgü aldı. Bu anlamda bakıldığında, yakalanan başarı Terrifier serisinin geleceği için oldukça büyük bir adım haline geldi. Fakat Terrifier 3, serinin hayran kitlesini genişletse de ne yazık ki ortaya önemli bir hikaye, ilgi çekici bir film bırakamıyor.
Terrifier 3, önceki filmlerin gerisinde kalarak beklentileri karşılayamayan, hayal kırıklığı yaratan bir yapım olarak öne çıkıyor. Film, çoğunlukla şok edici sahnelere odaklanıyor ama korkuyu hissettiremiyor. Yaratıcı unsurlar yerine, sadece sadist cinayetler odaklanma çabasına giriyor. Ayrıca filmdeki ağır tempolu ilerleyiş, baştaki zaman atlamaları gibi dikkat dağıtan unsurlar da eklenince iyice göze batıyor. Bu nedenle de olay örgüsü akıcılığını yitiriyor.
Art the Clown’u canlandıran David Howard Thornton’ın performansı, genellikle serinin en güçlü yönlerinden biri olsa da, maalesef bu filmde o da Terrifier 2‘deki canlılık ve yaratıcılıktan uzak. Bununla birlikte, kara mizah ve etkileyici sahneler içeren bazı anlar, seyirciye küçük bir keyif sunuyor; ancak önceki filmlerdeki özenden yoksunluk söz konusu. Bu da yaratıcı vizyonun sönük kalmasına neden oluyor.
Noel Temasının Kullanımı Yeterince Değerlendirilememiş
Damien Leone’un yönetmenlik tercihleri bu filmde iddialı olsa da yetersiz kalıyor. Film, Art’ın Noel Arifesinde bir katliam serisi gerçekleştirmesini konu alarak bir tatil korku teması yaratmaya çalışıyor fakat bu atmosferi tam anlamıyla kullanamıyor. Bunun yerine, birçok kopuk şok sahnesi hikâyeye rastgele serpiştirilmiş gibi duruyor. İki saati aşan film süresini taşıyacak etkileyici bir anlatının eksikliği, bu bağlantısız sahnelerin gerilim yaratmasını engelliyor. Karakterlerin mantıksız kararlar alması ise olayların tahmin edilebilirliğini artırarak tekrara düşmesine neden oluyor.
Filmdeki bir diğer zayıf nokta, Art ve Sienna’nın hikâyelerinin birbirinden kopuk olması. Önceki filmde karakterlerin hikâyeleri bir bütün olarak aktarılırken, burada Sienna’nın travmalarla mücadelesi ve Art’ın Noel terörü iki ayrı hikâye gibi sunuluyor. Bu da sadece finalde kısa bir süreliğine kesişmelerine yol açıyor. Hikayedeki ortaya çıkan bu kopukluklar, tutarsız bir şekilde ilerleyen iki ayrı film hissi uyandırıyor. Tutarsızlığın sonucu filmdeki seyir zevkini baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda yorucu hale getiriyor.
Noel temasının kullanımının yeterince değerlendirilememiş olması ise filmin en hayal kırıklığı yaratan tarafı. Silent Night, Deadly Night gibi tatil temasını psikolojik gerilimle birleştiren, atmosfer yaratımı güçlü filmlerin sunduğu ilgi çekicilik Terrifier 3‘te bulunmuyor. Film, Art’ın Noel temasında harmanlanan kaosunu ele alsa da bu durum uzun sürmüyor ve yalnızca birkaç sahneyle sınırlı bir referans olarak kalıyor.
Lauren LaVera Bir Kez Daha Muhteşem bir “Final Girl” Oluyor
Filmdeki korku unsuru büyük ölçüde aşırı vahşet üzerinden ilerliyor, gerilim ve atmosferik korkuya yeterince yer verilmiyor. Art karakteri ürkütücü olsa dahi, artık bir ikon haline gelse bile, hala Michael Myers veya Jason Voorhees gibi kült slasher karakterlerin etkileyiciliğine sahip değil. Çünkü eylemleri neredeyse tamamen gereksiz bir şiddet içeriyor. Bu şiddet ilk filmlerde eğlenceli olsa da artık bir yerden sonra altı boş bir kaos haline geliyor. Bunun yanında, karakterlerin Art’ın grotesk görünümüne verdikleri tepkilerin eksikliği, -özellikle toplu taşıma veya alışveriş merkezi gibi halka açık alanlarda- filmin gerçekçiliğine zarar veriyor ve korku atmosferini zayıflatıyor. Bunda Damien Leone‘in absürt tarzı yatsa da bunun ne kadar iyi bir seçenek olduğu tartışmaya açık.
Terrifier 3’ün güçlü yanlarına bakacak olursak, yönetmen Damien Leone’un şok edici sahneler yaratmada iyi olduğunu söylemek mümkün. Özellikle pratik efektler, modern korku sinemasında artık nadir görülen bir estetik sunuyor. Bu kanlı sahneler, Leone’un yalnızca geleneksel korku estetiğine bağlı kalmadığını, aynı zamanda yenilikçi ve korkunun sınırlarını zorlayan bir yaklaşım benimsediğini bir kez daha ön plana çıkarıyor. Lauren LaVera ise yine muhteşem bir “final girl” oluyor ve tıpkı Art gibi, onun karakteri de ikonlar arasındaki yerini sağlamlaştırıyor. Cesareti, direnci ve Art the Clown’a karşı olan mücadelesiyle, LaVera, Sienna karakterini sıradan bir kurban olmaktan öteye taşıyarak yeni nesil “final girl” ikonları arasına sokmayı başarıyor.
Fakat sayılı olan bu iyi yanlar kurtarıcı görevi göremiyor. Önceki filmleri sürükleyici kılan bütüncül hikâye anlatımı ve anlamlı karakter gelişimlerine burada yeterince yer verilmemesi, Terrifier 3’ü fazlasıyla geride tutuyor. İlk iki filmin hayranları bu vahşi anlatıdan keyif alabilir, ancak daha etkileyici bir korku arayışında olan izleyiciler için bu deneyim hayal kırıklığı yaratacaktır.
Yalnızca Vahşet Sahneleri Sunan Yüzeysel bir Deneyim
Kısaca toparlamak gerekirse, ilk iki film hem Art the Clown karakterine dair korku unsurunu perçinlemiş hem de tempoyu canlı tutmuştu. Bu yapının, Terrifier 3’te yeterince sağlanamaması, filmi yalnızca vahşet teması üzerine kurulu bir görsel şova dönüştürerek diğerlerinden belirgin bir şekilde geride bırakıyor.
Korku sinemasında, özellikle Halloween ve A Nightmare on Elm Street gibi klasik slasher serilerinde, antagonist karakterlerin hikâyeleri daha incelikli bir arka plana oturtulmuş ve bu korkunun kaynağı anlaşılır hale getirilmişti. Michael Myers’ın travmatik çocukluğu veya Freddy Krueger’ın doğaüstü güce sahip kâbuslarda yaşattığı korku, onları sadece birer “vahşet figüründen” çıkararak izleyiciye psikolojik bir gerilim sunmuştu. Bunun yanında, Friday the 13th ve Scream gibi ikonik seriler, ana karakterler dışındaki diğer karakterlerin de hayatta kalma mücadelelerini ön plana çıkarıyor; onları izleyiciye empati kurulabilir hale getiriyordu. Bu filmlerin yardımcı karakterleri de, mantıklı ve duygusal tepkilerle karşılaştıkları dehşete tepki veriyor ve bu da filmi gerçekçi ve sürükleyici kılıyordu.
Terrifier 3, Sienna dışında diğer karakterlerin duygusal gelişimlerine ve hikâye bağlamında bir bütünlük oluşturmaya yeterince önem vermediği için, seyirciye yalnızca vahşet sahneleri sunan yüzeysel bir deneyim haline geliyor. Filmin sadist görselliği bir yandan dikkat çekerken, diğer yandan gerçek bir korku yaratmada yetersiz kalıyor.
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar