Hayat; değişimi kabul etmek, zarafet ve dürüstlükle ilerlemekle ilgilidir. Alice Ferney’nin L’Intimité romanından uyarlanan L’attachement, Fransız yönetmen Carine Tardieu’nün Venedik Film Festivali’nde Orizzonti kategorisinde yarıştı. Modern aile bağlarını yalnız bir baba, feminist bir kitabevi sahibi ve anne yoksunluğunu çeken bir çocuk üzerinden 12 bölümde anlatan L’attachement, bize, hayata bakış anlamında yaşadığımız topraklardan farklı bir portre çizerek alışılagelmiş dürtülerimizi tetiklemeyi başardı. Peki, bunu nasıl başardı?
Zaman Düşer Ellerimden Yere
Hiç beklemediğiniz bir anda komşunuzun kapıyı çalması ve size mühim bir görev yüklemesi, hemen hemen hepimizin şoka düşebileceği bir durum. Sandra’nın kapısı da tam olarak bu sebepten çalınıyor. Alex ve Cecile’in çiçeği burnunda evlilikleri bir çocukla taçlanacağı anda, serim bölümü, çocukları Elliot’u bırakabilecek kimseyi bulamadıkları için komşuları Sandra’ya bırakmalarıyla başlıyor. Sandra ise bağımsızlığı içselleştirmiş feminist bir karakter olarak, kapıya bırakıldığı andan itibaren Elliot’la konuşmalarında Elliot’un varlığını bir birey olarak tanıdığını daha filmin ilk sahnelerinden gösteriyor.
Türk toplumunun bakış açısına uzak bu yaklaşım, Alex’in gece vakti uğursuz haberi getirmesine kadar devam ediyor. Tamamen matem havasında olan Alex’in geliş sebebi, anlaşılabilir bir şekilde, doğum sırasında ölen karısının ölüm haberi. L’attachement’ın bu tatsız haberden sonra gelişen olayları, ilişkiler, hayat, modernizm ve geleneksele başkaldırı üzerinden şekilleniyor.
Bana Verilen Koca Bir Saçmalık
Geleneksel her zaman yanlış mıdır? Modern diye tabir ettiğimiz şeyler bizi sevgi ve aidiyet duygumuzdan ne kadar uzaklaştırıyor? Yüzünü bile anımsayamadığınız komşunuz sizden bir ricada bulunuyor ve bunu yerine getirmenizi bekliyor. Siz bireysellik ve bağımsızlık kavramlarını o kadar yanlış anlamışsınız ki geleneksele korkuyla bakıyorsunuz. Sevginin ne olduğunu unutmuşsunuz, sevilmekten korkmuşsunuz ve zamanın eninde sonunda aktığını unuttuğunuz o modernlik kisvesi altında Godot’yu arıyorsunuz. Öte yandan, çocukları sevmeyen bir çocuk doktoru, ne kadar erdemli bir şekilde görevini yerine getirebilir ki? Ya da karısından kendine ait bir çocuk istediği için karısının belki de sonunu getiren bir baba? Fransa ve Avrupa şu anda tam olarak L’attachement’ta gördüğümüz gibi. Modernliğin getirdiği biricik insan olma ideali elbette sadece kötü olarak yansıtılmıyor. Karınızın eski kocasıyla sağlıklı iletişim kurmak, yeni eşinizin eski kayınvalidesiyle ağlayabilmek ve sizinle hiçbir kan bağı olmayan çocuğunuza sımsıcak sarılabilmek de mümkün.
Elliot karakteri üzerinden ayrı bir başlık açmanın daha münasip olacağı kanaatindeyim. Annesinin ölümü sonrası travmatize olmuş bir çocuğu duygu ve davranış açısından diğer karakterler gibi ele alamam ki? Elliot, annesinin yokluğunda sığındığı Sandra karakteriyle o kadar bağdaşıyor ki babasının tanıştırdığı herhangi bir kadın figürüne karşı savunma mekanizması geliştiriyor. Tüm davranışları ise sevgi için. Kaçırmak istemediği, hissedebildiği ve sığınabildiği bir liman olarak Sandra’yı gördüğü için.
L’attachement’ta gördüğüm tek bir gerçek var: Zaman akıp gidiyor. Akışın içinde olmalıyız; yas içinde ya da yargılarımızın kurbanı olarak değil. Özellikle bu yargılarımızı modernlik adı altında, Batı kültürünü överek değil. Sevgi, insan hakları, dürüstlük ve kabullenmeyle akışın içinde olmalıyız. Cuniçiro Tanizaki’nin dediği gibi: “Biz Doğulular en ücra yerlerde gölgeler oluşturur, onlardan güzellikler yaratırız.”
Belki de Son
L’attachement, bir yandan modernizmin bireyselliğini ve özgürlük arayışını yüceltirken, diğer yandan toplumsal bağların sıcaklığını, dayanışmanın ve sevginin gücünü hatırlatıyor. Avrupa toplumundaki çatışmalar ve arayışlar üzerinden her bir karakterin yolculuğunda, hayatın karmaşık ama anlamlı katmanlarını görüyoruz. Film, basit ama içten anlatımıyla geçmişin gölgelerinde saklı güzellikleri hatırlamamızı sağlıyor ve bize asıl önemli olanın, hangi kültürden ya da anlayıştan gelirse gelsin, insan olmanın doğasında yer alan bağ kurma ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Ben L’attachement’ta bu değerleri gördüm. Umarım size de güzel bir sinema deneyimi yaşatır.
Ömer Faruk Edremit‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar