0

2017 yapımı muhteşem Revenge filmiyle sinemasına dünyasına hızlı bir giriş yapan ve kendinden çokça bahsedilmesini sağlayan Coralie Fargeat, uzun bir aradan sonra The Substance ile geri döndü. Dünya prömiyerini Cannes Film Festivalinde yapan ve Altın Palmiye için yarışan The Substance, festivalden “En İyi Senaryo” ödülüyle ayrılarak büyük bir başarı elde etti. Ayrıca bu yıl Cannes Film Festivali’nde gösterilen ve yarışan tüm filmler arasında en uzun süre alkışlanan yapım oldu.

Sadece eleştirmen bazında değil, genel izleyici bazında da büyük övgüler almaya devam eden, bir de üstüne MUBI’nin satın aldığı filmler arasında en yüksek hasılatı elde etmeyi de başaran The Substance, bir anda yılın en popüler yapımlarından biri haline geldi. Demi Moore ve Margaret Qualley‘nin başrollerini paylaştığı Coralie Fargeat‘ın yeni harikası, Türkiye prömiyerini Filmekimi’nde yaparken, ülkemizdeki vizyona giriş tarihi ise 1 Kasım’ı gösteriyor.

Daha Genç, Daha Güzel, Daha Mükemmel

Bir aerobik programının yıldızı olan Elisabeth Sparkle, ilerleyen yaşı yüzünden 50. doğum gününde kovulunca yıkılır. Gizemli bir laboratuvar ona, damarlarına zerk edildiğinde “kendisinin daha iyi bir versiyonunu” ortaya çıkaracak mucizevi bir maddeyi kullanması önerisiyle yaklaşır. Bu serum, “daha genç, daha güzel, daha mükemmel” bir karşıt beden oluşturmaktadır. Ancak serum, iki beden arasında simbiyotik bir ilişki kurar: her yedi günde bir iki bedenin yer değiştirmesi, yani aktifleşmeleri gerekiyor. Yoksa inaktif versiyon bilinçsiz kalıyor.

The Substance, yalnızca beden korkusu (body horror) türüne yeni ve cesur bir soluk getirmekle kalmıyor; aynı zamanda güzellik, yaşlanma ve kadın bedeni üzerine toplumsal beklentileri sert bir dille eleştiriyor. Tıpkı filmin merkezindeki maddenin hücresel düzeyde yarattığı bozulma gibi, Fargeat da sinemasal referanslarını katman katman açıyor, David Cronenberg’den Stanley Kubrick’e, Verhoeven’dan De Palma’ya kadar uzanan etkilerle dolu bir dünya kuruyor. Ancak The Substance, sadece sinemaseverlere hitap eden bir referanslar yığını değil; aksine, muazzam hikaye anlatımı sayesinde hem eğlendiren hem de şok eden bir deneyim. Filmin özünde ise öz nefret, kibir ve kadın bedenine dayatılan ulaşılması imkânsız güzellik standartlarına karşı sert bir çıkış yatıyor.

Filmin dönüm noktası, eski bir ünlü olan Elizabeth Sparkle’ın yaşlanma korkusuyla, insan bedenini gençleştiren ve mükemmel kılan bir kara pazar uyuşturucusunu, yani “cevherin” peşine düşmesiyle başlıyor. Cevherin kullanılmasının ardından Elizabeth’in daha genç ve kusursuz versiyonu olan Sue ortaya çıkıyor. Film, çok geçmeden bir Jekyll ve Hyde hikayesine dönüşüyor; güzellik baskısının iki ayrı kadın karakteri, aslında aynı parçalanmış psikolojinin iki yüzünü nasıl etkilediğini görüyoruz. Bu baskının yarattığı yıkıcı etkiler ise tek tek gözler önüne seriliyor. Yani fiziksel değişimlerle “yeni” bir benliğe ulaşabilseniz bile, bunu yaptığınız zaman diğer yandan da eski benliğinizi sömüren bir parazit haline gelirsiniz. Gerçek benliğinizi sömürüsünüz. Sonuç olarak ise unutulmaması gereken bir nokta akıllara geliyor: “Paylaşabileceğiniz bir ‘siz’ miktarı sınırlıdır.

The Substance Film İncelemesi Arakat Mag

Sahip Olunan Beden Üzerinden Nefret ve Yabancılaşma

The Substance, kadınların bedenlerine dayatılan bu imkânsız mükemmellik arayışını keskin bir alegori olarak kullanıyor. Cevherin kendisi sadece bir olay örgüsü unsuru değil; aynı zamanda, toplumun kadınlarının gençliklerini ve güzelliklerini korumaya zorlamasının ne kadar aşırı noktalara varabileceğini simgeliyor. Filmin bu teması, özellikle görüntü yönetmeni Benjamin Kracun’un tüyler ürpertici sinematografisiyle vurgulanıyor. Makyaj, yaşlanan cilt ve bedenin çarpık biçimde bozulmasına yapılan aşırı yakın çekimler, izleyiciyi rahatsız edici bir biçimde etkiliyor. Fargeat, bu görselliği ustaca kullanarak toplumun kadın bedenine bakışını—ya kusursuz birer arzu nesnesi ya da yaşlandıkları anda korkunç ve işe yaramaz olarak görülmelerini—altını çizercesine gösteriyor.

Filmin merkezindeki beden korkusu, doğallıktan sapmanın korkunç boyutlarını gözler önüne seriyor ve plastik cerrahi, diyet ve kozmetik gibi endüstrilerin, kadınların güvensizliklerinden nasıl beslendiğini gösteriyor. Elizabeth’in dönüşümü, mükemmeliyet peşindeki bu saplantısı, kadınların toplum tarafından kendi bedenlerine yabancılaştırılmalarını, aynı zamanda kendi benliklerinden uzaklaşmalarını ve bu süreçte yaşadıklarını ayrıntılı biçimde simgeliyor. Cevherin kontrolünü kaybetmesiyle birlikte de, bu toplumsal baskıların nasıl kontrolden çıkıp kadının kendi bedenine ve benliğine karşı duyduğu nefrete dönüşebileceğini yansıtıyor.

Fargeat’ın hikaye anlatımı sırasında ton yönetimi ve türler arası geçişi de büyük bir başarı. Film trajedi, absürt komedi ve beden korkusu arasında ustalıkla geçiş yaparak hem eğlendiriyor hem de rahatsız ediyor. Beden korkusu, sadece görsel bir şok unsuru değil; aynı zamanda kadınların toplumsal baskılar altında psikolojik ve fiziksel olarak nasıl parçalandıklarını gösteren güçlü bir anlatı aracı haline geliyor. Sue’nun yaşlanma korkusu ve Elizabeth’in eski benliğine tutunma arzusu, güzellik standartlarının kadınları içten içe nasıl parçaladığını, onları kendi bedenlerine ve birbirlerine karşı nasıl yabancılaştırdığını sergiliyor.

The Substance Film İncelemesi Arakat Mag

Kim Olduğunu Kaybetme Korkusu

Fargeat, beden korkusunun sınırlarını zorlayan bir yönetmen olarak filmde grotesk ve absürt sahneleri kullanırken, aşırıya kaçmadan güçlü anlatı sunmayı başarıyor. Elizabeth ve Sue arasındaki psikolojik çatışma, toplumun kadın bedeni üzerindeki kontrol mücadelesinin görsel bir yansıması haline geliyor. İki kadın karakter arasında anbean artan gerilim, filmin anlatmaya çalıştığı her şeyin bir damıtımı gibi. Kanın ve kemiklerin ardında yatan gerçekle beraber, kadınların kendilerine ve birbirlerine karşı duydukları nefretin toplumsal bir yapıya nasıl dönüşmeye başladığının bir çeşit yansımasına tanık oluyoruz.

Güzellik ve kadın bedeni üzerine dayatılan anlayışları inceleyen The Substance, bu kültürel yapının sinsi etkilerini izleyicisinin gözleri önüne seriyor. Coralie Fargeat, sadece görsel açıdan etkileyici bir film değil, aynı zamanda toplumsal normları sorgulatan zengin tematik içeriğiyle, izleyicilerine kendi bedenleri ve kimlikleri üzerindeki kontrolü geri almaya çağırıyor. Beden korkusu, kan ve gösterinin ötesinde, The Substance çok daha derin ve acı verici bir gerçeği ele alıyor. Kendimizi sadece dış görünüşümüzle tanımlamaya başladığımızda, kim olduğumuzu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Güzelliğin metalaştırıldığı ve yaşlanmanın korkutucu hale geldiği bir çağda, The Substance, güzellik kavramını bir nimet ve lanet olarak ele almasıyla, onu çoğu beden korkusu filmlerinin ötesine taşıyor. Filmin final bölümü bazılarına “abartılı” gelecek olsa da, beden korkusu deneyiminin duygusal bir çığla birleştiği bu anlar, kendini fazla beğenmenin getirdiği yıkıcı sonuçları çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Filmin son 30 dakikasının bu kadar etkileyici olmasının sebebi sadece sunduğu beden korkusu içeriği de değil, aynı zamanda bu şiddetin arkasındaki duygusal yıkım ve toplumsal baskının bir yansımasının olması.

The Substance Film İncelemesi Arakat Mag

Fargeat’ın Yarattığı Tuhaf Dünya

Daha ilk andan itibaren Fargeat’ın kendi kuralları olan, tamamen kurgulanmış bir dünya yarattığı açıkça görülüyor. Film, hem tanıdık hem de yabancı, modern ama zamansız bir his veriyor. Gazeteler, geleneksel televizyonlar ve modern teknolojinin yokluğu gibi unsurlar, 80ler ve 90lar çağrışımlarını güçlü bir şekilde uyandırsa da, filmin kesin bir zaman dilimine ait olup olmadığını bilmek zor. Bu bilinçli belirsizlik, izleyiciyi sürekli merak içinde bırakıyor: Hangi yıldayız? Sonuç olarak, bunun bir önemi de yok.

Filmin en belirgin özelliklerinden biri, Hollywood izleyicisi için çekilmiş olmasına rağmen, açıkça Fransız havasını taşıyan mekanları. Yapım tasarımcısı Stanislas Reydellet, bu estetiği şekillendirmede büyük bir rol oynuyor; film, özenle tasarlanmış setler ve uzun koridorlarla dolu, bu da gerçeküstü atmosferi daha da pekiştiriyor. Fargeat’ın uzun ve güzel inşa edilmiş koridorlara olan sevgisi, bu rüya gibi dünyanın havasını güçlendiren unsurlardan biri. Ayrıca Elisabeth’in yüksek katlı apartmanından görülen manzara, Amerika’yı anımsatan birkaç ayrıntıdan biri olsa da, filmin geri kalanı tamamen Avrupai bir his uyandırıyor. Karakterler, İngilizce’yi Amerikan aksanıyla konuşsalar bile, gerçekliğin çarpık, yapay bir versiyonunda hareket ediyorlar. Adeta bir eğlence evinin aynasında yansıyan modern toplumun bir parodisi gibi.

Bu farklı tarzlar ve etkiler karışımı, The Substance‘i sadece bir korku veya gerilim filminden daha fazlası yapıyor. Film, Hollywood’un yapaylığına ve dolayısıyla hepimizin yaşadığı inşa edilmiş gerçekliklere dair bir farklı bir yorum sunuyor. Filmdeki sembolizm zaman zaman “belirgin” olsa da, anlatım biçiminin oldukça etkili bir şekilde işlenmiş olması sayesinde bu belirginlik, olay örgüsünü zedelemiyor. Fargeat’ın cesur ve etkileyici vizyonu, izleyiciyi hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir dünyanın içine çekiyor.

The Substance Film İncelemesi Arakat Mag

Zengin Sembolik Anlatım

Fargeat ise yarattığı dünyayı şöyle anlatıyor:

“Başından beri gerçek Hollywood’u tasvir etmekle ilgilenmediğimi biliyordum; daha çok onun neyle ilgili olduğunu göstermek istedim. Hollywood, güzellik ve başarıyla ilgilidir. Gerçeklikten uzaklaştırmak, onu zamansız ve dolayısıyla evrensel hale getirmenin bir yoluydu; bu hikaye bugün, dün ya da yarın herhangi bir yerde geçebilecekmiş gibi hissettirmek istedim. Mekanların ve set dekorlarının çok güçlü sembolik bir anlam taşımasını istedim.”

The Substance‘da her mekan bir şeyi temsil ediyor. Örneğin, televizyon ağındaki uzun turuncu koridor Elisabeth’in hayatını simgeliyor. Bir ucundan, diğer ucuna ulaştığında hayatı tamamlanmış oluyor. En başından beri bu güçlü görsel ifadelerin verilmesi, izleyicilere kendine has kuralları olan bir dünyaya tanık olduklarını gösteriyor. Yani gerçekçilik ya da gerçekliğin uzantılarından uzaktayız. Artık The Substance‘in dünyasındayız.

Daire ise hem iyi bir moda anlayışına hem de fütüristik bir niteliğe sahip. Bu daire her çağı, her tür dünyayı temsil ediyor ve aynı zamanda sembolizm açısından zengin bir olanak sağlıyor. Büyük pencere, iç ve dış mekanı birbirine bağlıyor ve Elisabeth’in geçmişine bakmasını sağlıyor. Fakat bir noktada geçmişi elinden alınıyor. Sue yeniden doğduğunda ise bu manzara geleceği simgelemeye başlıyor. Beyaz banyo, tüm dönüşümlerin gerçekleştiği yerdir ve Elisabeth’in kendisiyle yüzleştiği bir koza işlevi görüyor. Neredeyse deneysel bir oda gibi. Bu mekanın çok soyut, stilize ve neredeyse boş hissettirmesi ise Fargeat‘ın kreatif tercihlerini en iyi şekilde yansıtıyor.

Body-Horror’da Yeni ve Taze Vizyon

The Substance, genç halimize nasıl hem imrenip hem de onu küçümsediğimize dair de keskin bir yorumlama yapıyor. Film, sanki o genç benliğimizi tamamen farklı bir varlıkmış gibi hissettiriyor. Fargeat, anne-kız ilişkilerinin zorlukları, güzelliğin gelip geçici değeri ve erkeklerin genel kötücüllüğü gibi konulara da alevle ve hatta zaman zaman kaba bir zevkle de dalıyor.

The Substance içerisinde dikkat çeken bir diğer unsur, Elisabeth’in ikinci bir kişilik yaratma kararının asla yargılanmaması. Fargeat bunun yerine, Harvey gibi güçlü kadın düşmanı figürlerin -ki isim, Harvey Weinstein’a açık bir referans- kadınları bu tür uç noktalara nasıl sürüklediğini vurguluyor. Bu eleştiri, Elisabeth’in hikayesine katmanlar ekliyor, yolculuğunu hem trajik hem de toplumsal baskılar altında oldukça anlaşılır kılıyor.

Filmin ikinci yarısında ise özel makyaj efektleri tasarımcısı Pierre-Olivier Persin adeta gizli bir silah haline geliyor. The Substance, body-horror temasını muazzam ve tiksindirici bir şekilde ele alıyor. Fargeat, özellikle de David Cronenberg‘in The Fly filminden aşina olduğumuz şok edici tarzını kanalize ederek, bedenin dönüşümüne dair gerçekten mide bulandırıcı ama bir o kadar da büyüleyici sahneler yaratıyor. Tıpkı vatandaşı Julia Ducournau gibi, kadın yönetmenlerin body-horror konusunda ne kadar yetkin olabileceğini kanıtlıyor.

Fargeat hatta bu konuyu bu şekilde açıyor:

Beden korkusu, kadın yönetmenler için gerçekten güçlü bir ifade aracı olabilir. Küçük yaştan itibaren evrenlere ilgi duydum. Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Her zaman kız oyuncaklarıyla oynamak yerine erkek oyuncaklarıyla oynamayı ve onların filmlerini izlemeyi tercih ettim; bebekler ve yemek yapmak benim tarzım olmadı. Bu, kamusal alanlarda nasıl var olabileceğim ve kendimi nasıl ifade edebileceğim konusundaki anlayışımı şekillendirdi. Bu benim kimliğim olduğu için başka bir seçeneğim olmadığını biliyordum. Fransa’da ise bir “tür yönetmeni” olarak sesimi duyurmak zor oldu. Çünkü ülke, bu tür filmleri öncelikli olarak görmüyor. Hâlâ büyük bir dengesizlik var. Ancak son zamanlarda kendimi yakın hissettiğim diğer kadın yönetmenleri keşfettim, çünkü çocukluğumda ya da gençliğimde böyle insanlar yoktu. Mesela senaryomu yazarken, Jennifer Kent’in üzerimde büyük bir etkisi oldu. Maruz kaldığımız, gördüğümüz ve okuduğumuz şeylerden oluşuyoruz, bu yüzden kadın yönetmenlerin kendi kimliklerini ve hayal güçlerini ifade etmelerini izlemek heyecan verici.

Body-Horror Tarihinin En İyi Filmlerinden Biri

The Substance sadece bir film değil, aynı zamanda bir deneyim. Özenle tasarlanmış prodüksiyon, zamana ve mekana dair bozuk algı ve alttan alta verilen toplumsal yorumlar bir araya gelerek benzersiz bir dünya yaratıyor. Bu, izleyiciyi uzun süre etkisi altında bırakan, Fargeat’ın eşsiz vizyonunun ve ustalığının bir kanıtı niteliğinde.

The Substance’ı bu kadar benzersiz kılan şey, Fargeat’ın stilize görselleri, feminist temaları ve cesur anlatımını harmanlama yeteneğine sahip olmasından da kaynaklanıyor. Tanıdık unsurları alıp taze ve kışkırtıcı bir hale getiriyor, güzellik ve başarıya olan takıntımız hakkında keskin bir yorum sunuyor. Filmin cesur tarzına alışmak zaman almıyor ve Fargeat’ın tartışmasız etkileyici vizyonu sayesinde The Substance, çağdaş sinemanın öne çıkan yapımlarından biri haline getiriyor.

Kısaca son cümlelere gelecek olursak, dayatılan güzellik standartlarının kadınlar üzerindeki yıkıcı etkilerini sert bir şekilde öne çıkaran ve bu temayı korku janrıyla buluşturan The Substance, body-horror tarihinin en iyi filmlerinden biri. Coralie Fargeat, toplumsal eleştiriyi beden korkusu ile harmanlayarak, kadın bedenine dayatılan mükemmeliyet arayışının korkutucu yanlarını cesurca gözler önüne seriyor. Film, izleyiciyi rahatsız edici olduğu kadar düşündürücü bir deneyime davet ederek, güzellik uğruna verilen mücadelenin ne kadar tehlikeli, ne kadar yıkıcı olabileceğini hatırlatıyor.

Bu haliyle The Substance, yalnızca beden korkusu severler için değil, aynı zamanda toplumsal baskıları ve bireyin kendisiyle olan mücadelesini derinlemesine inceleyen herkes için dikkat çekici bir yapım olarak öne çıkıyor. Oscar için ise şu anlık ne denilebilir bilinmez ama Akademi Ödülleri eğer azıcık olsun cesaret gösterirse, Demi Moore, Margaret Qualley ve Dennis Quaid‘ın kusursuz performanslarını görmezden gelmeyeceklerini umuyor; The Substance‘ın “En İyi Film” dahil, birçok dalda ciddi bir aday olması gerektiğini güçlü bir şekilde vurguluyoruz. Artık Akademi Ödüllerinin, yılın son aylarında çıkan ve sadece Oscar ödülü almak için yapılmış oscar-bait, yani “zorlama” filmlerden oluşmaması gerektiğini, korku türüne kapı açmak için geciktiklerini hatırlatıyoruz.

Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

The Count of Monte-Cristo: İntikamın Kısa Yolu

The Shrouds: Yasın Fiziksel Evreleri

Ferit Doğan
Yüksek Lisans öğrencisi (Radyo, Televizyon ve Sinema). Film eleştirmeni. Senaryo yazarı. Yönetmen.

A Different Man: Benim Rolüm, Benim Hayatım

Previous article

61. Antalya Altın Portakal Film Festivali Günlükleri 2

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like