Yönetmen Aaron Schimberg, Chained For Life‘dan sonra verdiği altı senelik aranın ardından, kadrosunda yine Adam Pearson‘ın eşlik ettiği; body horror, psikolojik gerilim ve mizah türlerinde gezinen, A Different Man ile geri dönüyor. Nörofibromatozis hastası Edward’ın odağında; yalnızlık, kendinle hesaplaşma ve takıntı kavramları odağında sunulan A Different Man filminin başrolünde, 74. Berlin Film Festivali’nde filmdeki rolüyle En İyi Oyuncu ödülünü alan Sebastian Stan ile Adam Pearson ve Renate Reinsve yer alıyor.
Edward, New York’ta yaşayan, nörofibromatozis hastalığına sahip olan bir oyuncudur. Bu hastalık yüzünden sosyal hayatında pek başarılı değildir. Kendisine iyi davranan ve tiyatro yazarı olan komşusu Ingrid ile zaman geçirmektedir. Yüzünün yarattığı kötü kimlik algısından dolayı çekingen, tedirgin ve korkak bir ruh haline sahip olan Edward, rahatsızlığının tedavi imkanı sunulabilecek olan deneysel bir ilaç denemesine katılma şansını kazanır.
Yalnızlık, Karanlık ve Kabaran Duvarlar
Aaron Schimberg üçüncü uzun metrajında ikinci kez Adam Pearson ile çalışarak yine odağına nörofibromatozis hastalığını yer alıyor. Yönetmenin bu tercihine kişisel bir sebep neden oluyor. Schimberg bu tercihini şöyle açıklıyor;
“Damak yarığıyla doğdum ve bunun sadece kendimi tanımlama şeklim olduğunu düşünüyorum. Yani, bu şekilde sürekli kendimi tanımlamıyorum, ama bu benim için apaçık bir gerçek ve beni etkiledi. Sadece damak yarığına sahip olmak değil, geçirdiğim birçok ameliyat ve zamanla yüzümün değişmesi de beni etkiledi. Şu anki yüzüm aslında doğduğum yüzüm değil. Sadece kendim hakkında yazıyorum. Deneyimim hakkında yazıyorum ve bunu anlamlandırmaya çalışıyorum.”
Aaron Schimberg bizi Edward’ın dağınık ve pislik içerisindeki odasından Broadway’e ve hapishaneye uzanan bir hikayeye sürüklüyor. Filmin ilk yarısı odağını daha çok Edward’ın hastalığıyla olan yaşamına adıyor. Hastalığı yüzünden istediği hayatı yaşayamayan Edward, çok büyük hayaller kurmuyor. Yemek yaparken bir yandan da dilediği bir şey var; o da ıslık çalmak. Schimberg, Edward’ın yalnızlığının tonunu hem acınası hem de karanlık bir kıvama sokuyor. Kabaran duvarlar, düşen fareler, fışkıran kusmuklar, akan kanlar bize Edward’ın dilediği yaşama sahip olduktan sonra hayatını ondan çaldığını düşündüğü Oswald ile olan hesaplaşmasına kaydırıyor.
Oswald ile Edward’ın hesaplaşması filmin katmanlı yapısına harika bir ekleme sağlıyor. Hastalığının tedavi olması sonucu, adını Guy olarak değiştiren hayallerini süsleyen Ingrid ‘in erkek arkadaşı olan Edward, dilediği hayatı yaşamaktadır. Ingrid’in yönettiği tiyatro oyununda başrole seçilir. Tiyatro oyununda geçmişte nörofibromatozis hastalığına sahipken, yani henüz Edward iken Ingrid ile arasında geçen olayları canlandırmak zorunda kalır. Ingrid, Edward ile yaşadıklarını tiyatro oyununa çevirmiştir. Guy, bu durum için seçilmiş kişi olduğunu düşünür. Fakat nörofibromatozis hastalığına sahip olan Oswald, Edward’ın tüm hayatını alt üst eder. Guy, Oswald’a önce rolü kaptırır sonra da hayallerinin kadınını ve bunları hayatını alt üst eden hastalığa sahip olan Oswald’a karşı yaşamış olur.
Oswald karakterini canlandıran ve gerçek hayatta nörofibromatozis hastalığına sahip olan Adam Pearson, usta yönetmen Jonathan Glazer’ın Under The Skin filmindeki rolünden hatırlanıyor. Pearson, Aaron Schimberg’a Chained for Life’dan sonra yine eşlik ediyor. Yönetmen, Pearson ile olan ikili ilişkisini şöyle açıklıyor;
Chained For Life’daki performansının hafife alındığını hissettim çünkü insanlar onun kendisini oynadığını varsaydılar. Genellikle, yüz deformasyonları olan insanlar, filmlerde genellikle utangaç karakterlerdir, ve Adam Pearson’da Under The Skin’de utangaç bir karakteri canlandırmıştı ,bu yüzden bunun onun yapabileceği tek şey olduğu düşünülmüştü sanırım. Adam, aslında çok dışa dönük bir insan (benden çok daha fazla) ve bu benim için daha önce bir filmde hiç görmediğim bir karakteri göstermem için bir tür kapı açtı.
Eski Bir Sen, Yeni Bir Ben
Edward, yeni benliği namı değer Guy, film içerisindeki Oswald ile önceki benliği olan “Edward kimliği” üzerinden bir çatışma yaşıyor. Guy, Edward kimliğiyle yapamadıklarını, yeni hayatında Guy olarak yapmak istiyor. Emlakçı olarak yüzünün metro afişlerinde kullanıldığı ünlü ve iyi bir hayata sahip olsa da daha amatör olan bir tiyatro oyununa başrol seçilmeyi istiyor.
Tiyatro oyununu, Ingrid tarafından kendisine yazıldığı için bu rolü en iyi kendisinin oynayacağını düşünerek önceki kimliğiyle bir yüzleşme gerçekleştiriyor. Bu noktada karşısına önceki haline oldukça benzeyen Oswald çıkıyor. Oswald, Edward gibi nörofibromatozis hastalığına sahip olsa da Edward gibi çekingen olmayan, özgüvenli entelektüel bir karaktere sahip. Guy, Oswald’ın hayatına dahil olmasıyla kendisiyle yüzleşemediği gibi kendisinin daha iyi versiyonu ile daha yüzleşmek zorunda kalıyor. Oswald’da gerçekleştiremediği kendi potansiyelini görüyor. Bu yüzleşme sonucu Guy’un birçok kez Oswald’a zarar vermeyi, öldürmeyi düşündüğünü hissettiğimiz, hatta saldırdığı sahneler görüyoruz.
Guy, bu arzusunu gerçekleştiremediği gibi geri kalan tüm sahnelerde sessiz ve öfkeli bir şekilde Oswald’ı izliyor. Ancak, kendi yüzüne gerçekleri söyleyen ve sadece bir kez gördüğü bir fizyoterapisti saniyesinde öldürüyor. Nedeni ise şu, Guy; yerine geçen Oswald’a dokunamıyor çünkü ona karşı bir takıntı oluştuyor ama aynı zamanda Oswald’ı bir nevi kendisi olarak görüyor. Filmin finalinde Oswald’ın artık tiyatro oyunundaki rolünde oynamadığını söylediğinde Guy’u gülümsüyor ve mutlu oluyor. Guy’un istemediği tek şey ve histeriye kapıldığı durum bu, Oswald’ın onun rolünü oynaması. Çünkü kendisinin hayattaki rolünü oynayan Oswald’ın bu rolüne takıntı yapan Guy’un istediği tek şey Oswald’ın o role sahip olmaması.
Atmosfer ve Esinlenmeler
Aaron Schimberg, bizi New York’un sokaklarında birçok tür ve esinlenmeyle gezintiye çıkarıyor. Karanlık ve yansıtması zor bir karakterle izleyiciye iyi bir içselleştirme kurduruyor. Filmin tonu bize bazı esinlenmeleri hissettiriyor. Jazz eşliğinde bir sinematografiyle sunulan New York’un uzak planlarında Martin Scorsese’yi ve Woody Allen’ı anımsıyoruz. Edward’ın bir oda içerisindeki yalnızlığının ele alışı ise (psikozlu bir yönden olmasa da) yönetmenin kült filmlerinden Taxi Driver’daki Travis Bickle karakterini andırıyor.
Filmin daha karanlık ve body horror tarafları ise David Lynch’in The Elephant Man’ini hatırlatıyor. Oswald’ın şarkı söylediği sahne ise yine yönetmenin başka başyapıtı Blue Velvet’deki ikonikleşmiş “In Dreams & Roy Orbison” ve “Blue Velvet & Bobby Vinton” sahnelerini andırıyor. Film bazı noktalarda kopuk atlamalar yaşasa da Edward’ın ikiye bölünmüş kimliğini ve komplekslerini başarıyla anlatıyor. Sebastian Stan, son zamanlarda tercihlerini daha güçlü rollere kaydırmış durumda ve bu da performansını olumlu etkiliyor. Edward’ın ürkekliğini, gerginliğini ve özgüvensizliğini çok iyi yansıtıyor. Adam Pearson ise performansıyla filme ayrı bir katman ekliyor. Edward’ın rolünü kaparak izleyiciye yarattığı “oyunbozan” rolünü güçlü bir sadelikle gerçekleştiriyor. The Worst Person in the World’den tanıdığımız Renate Reinsve ise Sebastian Stan ve Pearson’a iyi bir şekilde eşlik ediyor.
A Different Man izlediğinizde kendinizi sinemanın katmanlı ve iyi tasarlanmış yüzleşmelerinden birinde bulacağınız bir film. Edward’ın yalnız, pislik içerisideki tavanı akıtan odasına dalarak, kendisiyle takıntılı bir adamın neleri göze aldığına tanık olacaksınız.
Ahmet Duvan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar