İlk kez 81. Venedik Film Festivali’nde gösterilerek dünya prömiyerini yapan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri ülkemizde de prömiyerini 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapmıştı. Hem bu iki festivalde hem de katıldığı diğer festival ve yarışmalarda dikkat çekmiş çoğunda da çeşitli ödüller almıştı. Yakın zamanda MUBI’de gösterime girmesiyle daha çok seyirciye ulaşan film göründüğü kadarıyla seyircinin de beğenisini kazanmış durumda.
Murat Fıratoğlu’nun yazıp yönettiği ve oyunculuğunu yaptığı film, aynı zamanda kendisinin ilk uzun metrajı. Ele aldığı konusuyla ve onu işleme biçimiyle de dikkat çeken Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, hem birçok ülke sinemasına hem de birçok yönetmene saygı duruşunda bulunuyor.
Herhangi Bir Gün
Sinemanın en çok üzerinde durduğu konulardan biri de zamandır. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri de daha çok zaman kavramı üzerinden öne çıkıyor. Filmin başında, yüksek sesli müzik eşliğinde halay çeken insanları saymazsak, domateslerin kurutulmak üzere serildiği sarı bir düzlükte açılıyor. Yukarıdan gösterilen bu düzlük kırmızının ağırlıklı kullanıldığı bir resim tablosu gibi. Bazı bölümlerde serilmiş bazı bölümlerde de henüz öbekler halinde duran domatesleri görüyoruz. Bu haliyle film, estetik açıdan iyi görseller sunacağını en başından hissettiriyor. Ne yazık ki bu his çok uzun sürmüyor ve kamera çalışan işçilere yaklaştığında bu estetik görseller yerini terlemiş, yorulmuş ve öfkeli işçilerin yüzlerine bırakıyor. Bir anda işçilerin çalıştığı yüksek sıcaklığı biz de hissediyoruz ve kendimizi karakterlerin içinde bulundukları boğucu atmosferin içinde buluyoruz.
Hikayenin üzerine kurulu olduğu Eyüp’ün (Murat Fıratoğlu) orada çalışan diğer işçilerin aksine İzmirli olduğunu öğreniyoruz. Diğer insanlara göre sesinin biraz daha fazla çıkmasının ve uğradığı haksızlıklar karşısında hakkını aramasının sebeplerinden biri de şüphesiz bu. Başlarında duran ve onları çalıştıran Hemme’nin (Salih Taşçı) uzun süredir yevmiyelerini vermediğini ve normalden daha çok çalıştırmak istediğini görürüz. Olaylar da zaten burada kopar. Eyüp, Hemme ile kavga edecekken oradaki insanlar Eyüp’ü tutar. Eyüp’ü iki-üç kişi tutsa da Hemme’yi kimse tutmaz. Bu sırada Hemme de “Bırakın gelsin.” gibi laflar eder. Bu sahnede Eyüp için Hemme’nin nasıl bir otorite olduğunu görürüz. Bu sahneden sonra da Eyüp Hemme’yi öldürmeye karar verir. Ancak bunun için çıkacağı yol sandığı gibi bir yol değildir.
Silahını almak için Siverek’teki evine gitmek isteyen Eyüp motoruna binip gitmek ister. Yol boyu tekleyen ve sürekli arızalanan motoru Eyüp’ün bu yolculuğa çıkmaması gerektiğinin bir işareti gibidir. Defalarca tekleyen motoruna rağmen Siverek’e ulaştığında silahını beline koyar ve hikaye çok daha farklı bir eksende devam eder. Bu sırada Siverek’teki insanların da motoru gibi “tekleyen” ve hiçbir şey yapmasa bile Eyüp’e engel olan insanlar olduğunu görürüz. Eyüp’ün Siverek’teki o günün her ne kadar onun için normal olmayan bir gün olsa da diğer tüm insanlar için “herhangi bir gün” olduğunu fark ederiz. Zaten bu günler Eyüp’ün öldürmek istediği kişiyi öldürdüğü günlerden de biridir. Hayat olağan akışındadır ve bu olağan hal Eyüp için engeller oluşturur.
Film boyunca devam eden yavaş anlatı Siverek’te iyice kendini hissettirir. Çoğu insan farkında olmadan herhangi bir kasıt taşımadan Eyüp’ü yavaşlatır. Eyüp’ün girdiği diyaloglar ve başına gelenler karşısındaki sabrı da seyirciye Eyüp peygamberi anımsatır. Tüm bunlar olurken iyice düşen tempo da seyirciyi Eyüp peygambere dönüştürür.
Farklı Okumalara Müsait Bir Film
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri hem sahneleri hem karakterin dönüşümü hem içindeki minimalist mizahı hem de yan karakterleriyle birçok yönetmeni ve birçok ülke sinemasını aynı anda hissettiren melez bir film.
Hikayesini anlattığı düşük tempo ve oyuncuların amatör oyunculardan oluşması da İtalyan Yeni Gerçekçi akımını hatırlattı. Bu akımdan da film olarak Vittorio De Sica filmleri aklıma geldi. Eyüp’ü izlerken özellikle Umberto D. (1952) filmindeki karakterin yolculuğunu anımsadım.
Filmin içindeki minimal mizaha gelince de Aki Kauriasmaki filmleri gözümün önüne geldi. Elbette mekan seçimleri ve görüntü yönetimi Kaurismaki filmlerine oldukça uzak. Fakat sinema seyircisi için metinler arasında bağlantı kurmamak ne mümkün? Daha çok Aki Kaurismaki filmlerinde gördüğümüz ve bizim sinemamızda pek örneği olmayan deadpan mizahını kullanması açısından da önemli bir film.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri için belki de en büyük bağlantıların kurulduğu sinema İran sineması. Baştaki domateslerin gökyüzünden gösterildiği estetik görüntüyü saymazsak sahnelerin birçoğunda taşranın boğuculuğunu ve estetik olmayan yanını görüyoruz. Buna kıyasla içinde minimalist mizahının da eksik olmaması kaçınılmaz olarak bana Abbas Kiyarüstemi filmlerini anımsattı. Ayrıca karakterin çıktığı yol ve bu yolculuktaki değişimi de yine İran Sineması’ndan Where is the Friend’s House?(1987) filmini aklıma getirdi. Bu açıdan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filmi için yukarıda bahsettiğim İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı ve Aki Kaurismaki sinemasının birleşim noktası olarak İran Sineması’nı söyleyebilirim.
Filmin tüm bu ülke ve yönetmen sinemalarının yanında “kahramanın sonsuz yolculuğu” içerisinde bile yorumlanmaya müsait bir film olduğunu söylemem gerek. Üzerine düşündükçe daha da katman katman açılabilecek ve birçok filmle metinlerarası bağlantı kurulabilecek bir film Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri.
İyi Düşünülmüş Bir Teknik
Murat Fıratoğu genellikle ne Eyüp’e ne de diğer karakterlere bizi yaklaştırmak istemiyor. Bu yüzden görüntü yönetmeni Nedim Dedecan ile birlikte kamerayı genellikle uzaklara kuruyorlar. Bazen kameranın sabit olduğunu, karakterin soldan girip sağdan çıktığını görüyoruz örneğin. Bazen yol boyunca kameradan uzaklaşan karakterleri görüyoruz. Tüm bu sahnelerde kamera bir araç olmaktan çok sadece bir tanıklığın yardımcısı gibi konumlanıyor. Bu açıdan filmin temposuna da uygun olarak minimalist kamera hareketleriyle kendini tamamlayan bir film izliyoruz.
Filmin kurgusuna baktığımız zamanda da yavaş bir sinema örneği izlediğimizi görüyoruz. Zaten çok uzun bir dönemi anlatmayan bir film izlediğimiz için onu da yavaş anlatmak isteyen bir yönetmen var karşımızda. Öyle ki Eyüp’ün Siverek’te zaman zaman çocukluğunu hatırladığı sahnelerde bile geçmişe gitmeden olduğu yerden geçmişini hatırladığını görüyoruz. Bu açıdan flashback bile kullanmadığını görüyoruz. Ayrıca kurgudaki en büyük durum da kameranın çoğu zaman kesme yapmaması. Birçok sahnenin uzun plan sekans çekimlerinden oluştuğunu ve bu açıdan kurgusunu kamera hareketleriyle yaptığını görüyoruz. Bu da alışık olmayan sinema seyircisi için filmi biraz sabır isteyen bir film yapıyor.
Sahnelerde kullanılan renklere baktığımızda ise mekanın genel rengi olan sarıya eşlik eden kırmızı rengi fark ediyoruz. Kırmızının uçsuz bucaksız domates sergisinden itibaren Eyüp’ün peşini bırakmadığını görüyoruz. Motoru bile kırmızı olan Eyüp’ün bir noktadan sonra etrafındaki birçok nesnenin yavaş yavaş kırmızıya döndüğü fark ediliyor. Son dönem ülke sinemamızda planlanmayan, beklenilmeyen, kelimenin tam anlamıyla sürpriz olan bir film Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri. Özellikle ilişki kurduğu yönetmen ve ülke sinemaları açısından oldukça iyi bir film.
Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, X ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Mission: Impossible – The Final Reckoning: İmkansız Zaman Alır




















Yorumlar