0

Suicide Squad’ın fragmanı ilk çıktığında ortalığı kasıp kavurmuş, DC o sene herhangi bir film yayınlamamış olsa da senenenin kazananlarından biri olmuştu. Gelin görün ki film, fragmanında yaşattığı heyecanın karşılığını veremedi. Verememekle kalmadı, kötü bir film olarak kendisini beynime yazdırdı. O sebeple ikinci filme karşı herhangi bir ümidim yoktu. Fragmanını dahi izlemeden, sırf izlemem gerektiği göreviyle gittim sinemaya. Yazıda yayarak söyleyeceğimi başta söyleyeyim: İkinci film, ilkinden kesinlikle çok ama çok daha iyi.

Kısaca konusuna değinelim… Amanda Waller, seçtiği yeni ekibi ile Corto-Maltese adasındaki gizli bir projeye engel olmak istemektedir. Projenin içeriği belli değildir; bu sebeple ekip sorunu tespit edip yok etmelidir. Fakat bir ana villian ile kapışmakla koskoca ülke ile kapışmak aynı şey değil. Ekip, koca bir ülkenin güvenliğini aşıp üstüne süper korumalı bir üsse dalarak görevi tamamlamalıdır. Yani bu sefer İntihar Timi adının hakkını verecek bir görev ile karşımıza çıkıyor.

İlk film, karakter tanıtımı adına keyifli bir film olsa da hikayesinin gidişatı ve özellikle finali ile tam bir fiyasko idi. İlk film hakkında yazdıklarımı okuyarak filmin neden fiyasko olduğunu öğrenebilirsiniz. Gel gelelim ikinci film kesinlikle bazı şeyleri doğru yapıyor. İlk olarak en doğru yaptığı şey, kendi içerisinde mantıklı kalmayı başarması ve bu sebeple de saçmalamaması. Filmde, en azından benim için “bu neden oldu” ya da “bu çok saçma” diyeceğim hiçbir şey olmadı. Her şey, tırnak içerisinde “kendi evreni” içerisinde oldukça mantıklı ve buna bağlı olarak da oldukça komik.

Alakalı Yazı: DC’nin Abartısı: Suicide Squad

İlk filme göre aksiyon sahneleri de çok daha iyi. İsyancıların kampını bastıkları sahne ile Harley’in solo performansı şahaneydi. Şahsi filmindeki karakol baskını kadar olmasa da Harley’in tek kişilik Matrix vari sahneleri gerçekten iyiydi. Aksiyonun kalitesi zaten daha filmin başında kendini gösteriyor. Film, sahil çıkartma sekansı ile ne kadar cüretkar ve absürt olacağının garantisini baştan veriyor.

İkinci filmi, ilkinden ayıran bir diğer özelllik de bence hikayeye politik ve etik bakış eklenmesi. Belli ki solo dizisi gelecek olan Peacemaker’ın Amerika’yı ne pahasına olursa olsun koruyan tavrı, bana Watchmen’daki Komedyen’i hatırlattı. Amerika’nın “iyiliği için” ya da onların deyimiyle “greater good” için her problemin feda edilebileceği gerçeği bu filmde de bir aksiyon ve gerilim olarak karşımıza çıkıyor. Keza Staryo’nun “Uzayda mutluydum” cümlesini hala aklımdan çıkaramıyorum. Ne kadar absürt bir evren olsa da insan denen varlığın imkanı olunca başka habitatlara keyfince karışabileceği gerçeğinin filmde 2 cümleyle de olsa dile getirilmesi hoşuma gitti.

Sözün özü… The Suicide Squad, gerçekten de intihar gibi bir göreve giden ekibimizin adada yaşadıklarını kendi içerisinde oldukça mantıklı ve keyifli bir aksiyon ile anlatıyor. Ara yazıları ne kadar beğenmemiş olsam da film baştan sona kadar akıcı bir şekilde ilerliyor ve hiçbir anında kopmuyor, saçmalamıyor, evreninin absürtlüğünün hakkını verip biraz da politik mesajlar ekleyip konuyu kapatıyor. Pek ümitli olmamama rağmen sinemadan keyifli ayrıldım; sizlerinde ayrıldığınızı, ayrılabileceğinize eminim.

7

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Denizin Ötesinde Bir Yerde: A Quiet Place Part II

Previous article

Freedom is the Problem: The Suicide Squad

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply

More in DCU