0

Kısa filmler, Akademi Ödülleri tarihi boyunca sıklıkla göz ardı edilen, çoğu zaman hakkında spekülasyon bile yapılmayan adaylıklara sahip oldu. Gecenin “asıl” kazananlarının yanında çabucak unutulan bu filmlerin genelde en güvenli tercihlerle ödüllendirildiklerini gördük. Ancak tuhaftır ki, son yıllarda büyük kategorilerde bağımsız ve/veya yabancı dilde filmlerin yaşadığı değer artışı, kısa film adaylıklarında uzun süredir var olan bir durumdu. Neredeyse her sene titizlikle reklamı yapılan, büyük stüdyoların desteğini almış kısa filmler ile daha ziyade festival odaklı, uluslararası dağıtımcı bulmakta dahi zorlanan bağımsızların mücadelesine tanık olmak mümkün. Bana kalırsa, kalıplaşmış üretimlerin uzun metrajlara kıyasla o denli oturmadığı ve stilistik özgürlüğün hakim olduğu kısa filmler, deneyimlemesi daha ilginç tecrübeler. Bu nedenle 97. Akademi Ödülleri‘nin kısa film adaylıklarını incelemeye ve  hangilerinin galip geleceğini tahmin etmeye karar verdim. İlk durağım ise bence aralarında en heyecan verici olan En İyi Kısa Animasyon Filmleri adayları.


Beautiful Men

Beautiful Men En İyi Kısa Animasyon Filmleri: Oscar 2025 Arakat Mag

Belçikalı animasyon sanatçısı Nicolas Keppens imzalı Beautiful Men, konusu itibariyle yerli seyircimizi anında yakalayabilecek bir potansiyele sahip. Zira, stop-motion türündeki film, saç ektirmek üzere Türkiye’ye gelen üç kardeşi konu ediniyor. Keppens‘ın mekan olarak İstanbul’u seçmesinin ardındaki neden ise kesinlikle turistik bir bakış yakalamak değil. Hatta öyle ki, filmde otel, hamam ve restoran haricinde sadece bir adet dış mekan var. Ancak orası da sisli hava sebebiyle tamamen buğulu ve karakteristik olmaktan uzak bir görselliğe sahip. Bu açıdan geçtiğimiz sene Crossing filminde İstanbul’a adeta aşk mektubu yazmış Levan Akin ile Keppens arasında ilginç bir zıtlaşma var. Her ikisi de kendilerine dair bu coğrafyada arayışa çıkan karakterlere odaklanıyorlar; ancak Akin, İstanbul’u içinde kaybolunan büyülü bir yer olarak resmederken Keppens ise kendinle baş başa kaldığın bir izolasyon bölgesi olarak tasvir ediyor.

Beautiful Men, en nihayetinde güvensizliğe ve yabancılaşmaya dair bir film. Bu temalar, karakterler için yabancı bir şehir olan İstanbul üzerinden temsil edilse de aslen bedenleri ile kurdukları ilişkiyi temel alıyor. Karakterler, film boyunca kimlikleriyle, kardeşlik bağlarıyla ve en çok da kelleşen, bitap düşmüş vücutlarıyla hesaplaşıyorlar. Keppens, son zamanlarda saç ekimi endüstrisi ile turistik değer elde eden İstanbul’a psikanalitik bir gözle bakıyor. Endüstrinin ulaşılamaz güzellik standartları ile sınadığı ve yarattığı psikolojik buhranı ticari gelire çevirdiği günümüzde Beautiful Men‘in söyledikleri, bu kaçınılmaz gerçeklerle çevrili. Ancak Keppens, güvensizlik duygusunun insan ilişkilerine olan etkilerini gözlemlerken temelini bu kabul görmüş argümandan öteye götürmüyor. Stop-motion türünün sevimli ve yaratıcı doğasını soğuk ve gerçekçi bir stil ile birleştirmesi ise nadiren ilginç anlar vadediyor. Dolayısıyla film, gerçekten dürüst ve anlayışlı olmasına rağmen animasyona olan sıkıcı yaklaşımı ve sunduğu kuru argümanları nedeniyle basit bir gözlemci drama olarak hatırda kalıyor. Animasyon türünün büyülü ve ilham verici taraflarıyla daha çok ilgilenen Akademi için Beautiful Men, tam anlamıyla aradıkları şey olmayabilir. Ancak gerçekçi gözlem dili ve kapsayıcı yaklaşımı sebebiyle bence seyirciler tarafından bir şans verilmeli.


In the Shadow of the Cypress

In the Shadow of the Cypress En İyi Kısa Animasyon Filmleri: Oscar 2025 Arakat Mag

Diyalogsuz bir İran filmi olan In the Shadow of the Cypress, 2023’te Venedik Film Festivali’nin Orizzonti seçkisinde prömiyerini yaptı. Film, travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) yaşayan bir adam ile kızı arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Yönetmenlerin bu konuya yaklaşımı ise Orta Doğu kültürleriyle dirsek teması kuran gerçeküstü bir dil taşıyor. Filmin “servi” adıyla bilinen cypress ağacından esinlenilen ismi, dik durmaya ve geçmişini unutmaya çalışan baba karakterini temsil ediyor. Ancak taşıdığı yük, kendisine olduğu kadar kızına da musallat olmuş durumda. Yönetmenler Hossein Molayemi ve Shirin Sohani, filmdeki bu travma temasını karaya vuran bir balina ile görselleştiriyorlar. Aralarındaki bağ zayıflamış olan baba ile kızı ortak bir amaçta birleştiren şey, bu balinayı tekrardan suya kavuşturmak oluyor.

Sinemada son zamanlarda, özellikle korku türünde, travmaları üzerinden tanımlanan karakterleri sıklıkla görür olduk. Sıkıntıları derinlerde bir yerlerden gelen, dolayısıyla seyircide soyut bir çağrışım uyandırması amaçlanan bu karakterlerin sorumsuzca yorumlanmaya müsait birer yapıları var.  Karakterin kilidini yapay bir müdahale ile açmak veya geçmişlerine nasıl bakacaklarını üstenci bir tavırla öğütlemek gibi sorunlu tercihler, senaristler için çabucak düşülebilecek handikaplar. In the Shadow of the Cypress de ilk bakışta böyle talihsiz bir potansiyele sahip. Ancak Molayemi ve Sohani ikilisi, görsel hikaye anlatımının tüm alametifarikalarından yararlanarak senaryonun üzerindeki kara bulutları dağıtıyor. Bazen göz kırpıp açıncaya kadar kaybolan kara kalem çizimler, bazense daha büyük kavramların tasvirleri olan metaforlar, filmin yoğun temalarını anlatmanın hep bir yolunu buluyor. Bu açıdan film, belki biraz güvenli sularda gezen ancak yine de el çizimi animasyonun harika bir örneğini veren bir deneyim sunuyor. Ödülleri sıklıkla farklı kültürlere temsil alanı sunmak amacıyla kullanan Akademi’nin bu sebeple ilgisini çekebileceğini düşünüyorum.


Magic Candies

Magic Candies Oscar 2025 Arakat Mag

Bir Japonya yapımı olan Magic Candies, adaylar arasında teknik olarak bilgisayar animasyonunu kullanan tek film. Tamamı dijital ortamda hazırlanmış olan filmin yönetmen koltuğunda çeşitli Dragon Ball filmleriyle tanınan Daisuke Nishio var. Film, pek arkadaşı olmayan ve günlerini yalnız başına parkta bilyeleriyle oynayarak geçiren Dong-Dong’u merkezine alıyor. Dong-Dong, bir gün bir dükkandan bir paket şeker alıyor ve teker teker yemeye başlıyor. Ancak fark ediyor ki, yediği her şeker üzerlerindeki desene göre onun başka bir nesne, canlı veya kişi ile daha önce girmediği bir diyalog kurmasını sağlıyor. Bu diyalogların özneleri bazen salondaki koltuk da olabiliyor, Dong-Dong’un yıllar önce kaybettiği büyükannesi de. Nishio, bu çıkış fikrinden beklenmedik karşılaşmalarla ve muzip bir hayal gücüyle dolu bir hikaye ortaya çıkarıyor. Bu açıdan onunla aynı coğrafyada çalışan meslektaşı Hayao Miyazaki‘ye benzer bir hikaye anlatıcılığı geliştiriyor.

Magic Candies, parlak fikirler üzerine kurulu ve daha fazlasında gözü olmayan bir film gibi gözükse de bunun tam tersini kanıtlamayı başarıyor. Hikayenin odağını şekerlerden ziyade karakterin yalnızlığında tutan Nishio, alelade fantastik ögelerden ilginç bir dram çıkarıyor. Hikayenin doğası gereği epizodik bir anlatı seyrediyoruz ve bu yapıdaki her film gibi Magic Candies‘in de bölümleri, her zaman bir diğeri kadar etkili olmayabiliyor. Bazı diyaloglar bir fısıltı gibi oluşup sona ererken bazılarının ise dakikalar sürdüğüne şahit oluyoruz. Film, belki bu açıdan dağınık bir senaryo ritmine sahip; ama buna rağmen ayakları son derece yere basan bir hikaye anlattığını düşünüyorum. Magic Candies, bana birçok açıdan çocukken seyrettiğim ve sinemada Pixar filmlerinden önce gösterilen Boundin’, For the Birds, Paperman ve Piper gibi kısa filmleri hatırlattı. Kısacık sürelerine rağmen asıl film başlamadan önce insanın üzerinde yoğun bir duygu bırakırlardı. Magic Candies de aynen bu şekilde ilginç çıkış noktasının üzerine iyi bir hikaye örebilen bir film. Ve sırf bu yönüyle bile hem seyirci hem de Akademi nezdinde karşılık bulabileceğine inanıyorum.


Wander to Wonder

Wander to Wonder En İyi Kısa Animasyon Filmleri: Oscar 2025 Arakat Mag

Hollandalı animasyon sanatçısı Nina Gantz‘ın yönetmenliğini üstlendiği Wander to Wonder, adaylar arasındaki bir diğer stop-motion çalışması. Film, çocuklara üretilmiş Wander to Wonder adlı bir 80’ler televizyon programındaki modelleri odağına alıyor. Bu karakterler şimdilerde stüdyoda kapana kısılmış ve delirmenin eşiğine gelmiş durumdalar; çünkü onlara yıllardır hayat veren yaratıcıları oracıkta ölüvermiş. Gantz, varoluşsal bir sancı içerisindeki bu karakterleri incelerken animasyonun doğasına dair ilginç bir meta film ortaya koyuyor. Sanatçıların hayal güçlerinin bir parçası olan, bir dönem kullanıp sonra bir nedenle terk ettikleri küçük insanlar, başka bir deyişle kuklalar veya modeller… Filmde yaratıcılarının benliğinden taşmış, bir bedene kavuşmuş bu sanatsal ifadelerin kendi başlarına hayatta kalma mücadelesini adeta karanlık bir Toy Story yorumu eşliğinde izliyoruz.

Gantz‘in animasyon sanatına olan yaklaşımı, bana 2022 senesindeki Akademi Ödülleri’nde yine aynı dalda aday gösterilen An Ostrich Told Me the World Is Fake and I Think I Believe It filmini hatırlattı. Lachlan Pendragon imzalı bu film, yönetmenin animasyon konusunda bazı hatalar yapması sonucu içinde bulunduğu kurgusal gerçekliği sorgulayan bir modeli konu ediniyordu. Bir açıdan yaratıcı bir The Matrix parodisine imza atan; ancak temelinde kendi eserine yabancılaşan sanatçının paranoyalarına dokunan Pendragon, Wander to Wonder‘dakine benzer meselelere parmak basıyordu. Yaratılma amaçlarını yerine getirmeye mecburen devam eden, kendilerini sahipleri olmadan düşünemeyen modellerin sorunları, en nihayetinde yaratıcılarınınki ile aynı: Hepimiz, içinde bulunduğumuz yaşam mücadelesinin altında kayda değer bir öz arıyoruz ve sanat, bu boşluğu doldurmak için çaresizce de olsa başvurduğumuz temel araçlardan biri. Wander to Wonder, kafa açıcı konusu ile beni uzun süre üzerine düşündürmeyi başardı. Gantz‘ın kara mizahı kullanma biçimini Pendragon‘unki kadar otantik bulmamama rağmen filmle sahiden derin bir bağ kurdum. Animasyonun cafcaflı ve şirin taraflarını hiçe sayan, türün kendisi hakkında hakiki bir diyaloğa giren yaklaşımı nedeniyle Wander to Wonder, belki de Akademi’nin bir çırpıda eleyeceği o güzide filmlerden biri olacak. Umarım bu olası karanlık kaderinin altında ezilip gözden kaybolmaz ve daha nice seyirciye ulaşmanın bir yolunu bulur.


Yuck!

Yuck! En İyi Kısa Animasyon Filmleri: Oscar 2025 Arakat Mag

Kategorideki son aday, Fransa yapımı olan ve geçtiğimiz sene Berlin Film Festivali’nin Generation Kplus seçkisinde prömiyerini yapan Yuck!. Loïc Espuche imzalı filmin odağında gittikleri yaz kampında öpüşen insanları seyreden ve onlarla dalga geçen bir grup çocuk var. Filmde öpüşme isteği duyan insanların dudakları simli pembe rengini alıyor ve kendilerini böylece ele veriyorlar. Asıl hikaye, çocuklardan birinin -her ne kadar kendisi bundan utanç duysa da- dudağının pembe renk almasıyla başlıyor. Filmin senaristliğini de üstlenen Espuche, bu absürt çıkış fikrinden olgunlaşmaya ve yaşıtlarından kopmaya dair bir alegori çıkarıyor. Bu esnada duydukları sevgiyi gösteren veya gösteremeyen sevgililerin kamp içerisinde bir panoramasını çekiyor. Yuck!, bu yönleriyle tatlı bir büyüme hikayesi olduğu kadar toplumsal baskıyı reddeden bir isyan da taşıyor.

Yuck!‘ın en belirgin özelliklerinden biri, üstteki paragrafı okuduğunuzda dahi gerisini tahmin edebileceğiniz sıradan senaryosu. Gerçi bilindik formüllere dair bir sadakat beslemesi, filmin işine yaramıyor da değil. Espuche, son yıllarda Pixar‘dan gördüğümüz Luca ve Turning Red filmlerine benzer bir ton yakalıyor. Kendi kimliğine yabancılaşma temasının baskın olduğu bu filmler, yine Yuck!‘taki gibi tuhaf ama senaryoda yeri olan bazı gerçeküstü ögeler içeriyordu. Ama sanırım bu filmleri birbirlerinden ayıran yegane şey, senaryo buluşlarını geliştirmeye ne kadar vakit ayırdıkları. Yuck!, bu açıdan hep başka filmleri akla getiren ama -elbette bir kısa film olmasının da etkisiyle- onlar kadar incelikli veya doyurucu olamayan bir yapım. Her şeye rağmen el çizimi animasyonunun ve alışılageldik hikayesinin verdiği bir konfor hissi var. Adaylar arasından en zayıfı olduğunu düşünsem de sırf bu verdiği güven sebebiyle hem seyircide hem de Akademi’de bir karşılık bulabilir.


Kapanış

Oscar 2025 Adayları

Live-action filmlerin yarıştığı En İyi Kısa Film kategorisi düşünüldüğünde En İyi Kısa Animasyon Filmi‘ndeki adaylargenellikle her sene daha tatmin edici oluyor. Bana kalırsa 2025’te de gelenek bozulmadı. Zira, adaylar arasından hiçbir filmin diğerlerine kıyasla göze battığını veya kötü bir deneyim sunduğunu düşünmüyorum. Ancak bu durum, işin reklam tarafını göz ardı etmek için yeterli bir sebep değil. Bir cümlede pazarlanabilecek ve/veya reklam kampanyaları sayesinde jürinin kanının ısındığı filmlerin ödüllendirildiği Akademi’de bazı filmlerin şansı, doğal olarak diğerlerininkinden fazla oluyor.

Yolculuklarına baktığımda önemli festivallerde gösterim yapan Wander to Wonder (Venedik), In the Shadow of the Cypress (Venedik, Clermont Ferrand ve Tribeca) ve Yuck! (Berlin) filmlerinin en çok sayıda Akademi üyesi tarafından görüldüğünü tahmin ediyorum. Ancak animasyon türüne özel olarak dağıtılan ve hatırı sayılır bir saygınlık elde etmiş Annie Ödülleri‘nde Wander to Wonder‘ın kazanmış olması, onu bir tık öne geçiriyor. Akademi’nin en son üç sene önce oldukça soyut bir kısa film olan The Windshield Wiper‘a ödül vererek sergilediği otantik tercih, bu sene de tekrarlanabilir. Animasyona karşı beslenen muhafazakar yaklaşımları elinin tersiyle iten Wander to Wonder‘ın kazanması, bir seyirci olarak açıkçası beni son derece memnun eder. Bakalım, Akademi de aynı şekilde düşünüyor mu?


Tunahan İbiş’in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Better Man: Müziğin Kötü Çocuğuna Maymun Dokunuşu

Nickel Boys: Klostrofobik Tınılardan Paralel Evren Egzersizi

 

Tunahan İbiş
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği öğrencisi. Tam zamanlı izleyici, yarı zamanlı sinema yazarı ve editör.

Better Man: Müziğin Kötü Çocuğuna Maymun Dokunuşu

önceki yazı

Presence: Kameranın Ardındaki Varlık

sonraki yazı

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

Bunlar da ilginizi çekebilir