Apple TV+, son zamanlarda oldukça kaliteli işlere imza atıyor. Dolayısıyla bu da stüdyonun her işini heyecanla beklememize sebep oluyor. Başrollerinde çok sevdiğim Natalie Portman ve Moses Ingram‘ın bulunduğu Lady in the Lake de, kadrosu ve gizemiyle ilgimi çekmeyi başarmıştı.
Lady in the Lake bir roman uyarlaması. Laura Lippman‘ın aynı isimli 2019 çıkışlı romandan uyarlanan bu dizi, yönetmen Alma Har’el‘in aynı zamanda ilk dizi yönetmenliği tecrübesi. İlk iki bölüm itibariyle oldukça ilgi çekici başlayan diziye ufak bir bakış atalım.
Baltimore’da Cinayet
Aslında dizi birazcık karışık bir zaman çizelgesinde ilerliyor. Bu yüzden bazı noktalarda takip etmek zorlaşabiliyor. Büyüsünü çok bozmamak için de sadece genel hatlarıyla konusuna değineceğim. Moses Ingram‘ın hayat verdiği Cleo Johnson karakterinin açılış sahnesinde öldüğünü öğreniyoruz. Tabi bunlar ilk iki bölümde yaşanan olaylardan sonra yaşanacak bir durum gibi. Cleo’nun bahsettiği gibi kendisinin ölümü Natalie Portman‘ın karakteri Maddie Schwartz’ın başlangıcı olur. Maddie, düz geçen ev hanımlığı hayatından oldukça sıkılmıştır ve bu cinayet oldukça ilgisini çeker. Böylece çözülmemiş cinayete dahil olur. Kendisinin karakteri ilginç işlerin altından çıkacak gibi duruyor.
Bir zaman atlamasıyla 1965 yılının Şükran Günü’ne, Baltimore sokaklarına gideriz. Maddie’nin, Cleo ile ilk ve tek doğrudan görüşmesi o gün yaşanır . Kendisi bir Yahudi olan Maddie, bir Yahudi kızı olan Tessie’nin kaybolmasıyla oldukça panik olur ve olaylar bunun üzerine gelişmeye başlar. Tabii burada Maddie’nin neden bu kadar panik ve gergin olduğunu anlayamayız. Bundan sonrasına olayın gizemini bozmamak için değinmeyeceğim ama gayet ilgi çekici ilerlediğini söyleyebilirim.
Gizemli Bir Hava
Lady in the Lake‘in uyarlandığı kitabı okumadığım için herhangi bir kıyas yapamayacağım ancak dizi gizem yaratma konusunda ilk iki bölüm üzerinde oldukça başarılı. Ancak diziyi takip etmek bazen gerçekten zor olabiliyor. Sıkça yaşanan zaman ve mekan atlamaları kafaları karıştırabilecek düzeyde ve tempo olarak da izleyiciyi bazen düşürebiliyor. Yine de olayların bir noktada birbirlerine bağlanabileceğini de tahmin etmek güç değil. İlk bölümde yaratılan gizem havası ikinci bölümde biraz daha çözülmeye başlamış olsa da hala çözülememiş bir sürü şey var gibi gözüküyor.
Yönetmenin ilk televizyon işi olduğu düşünülürse ilk iki bölüm için göz ardı edilebilecek şeyler bunlar. Ama finaline giden yolda başka tökezlemeler olursa o zaman beslediğim olumlu duyguları kaybedebilirim. Natalie Portman ilk başrol televizyon deneyimi olmasına rağmen gerçekten çok iyi iş çıkarmış ve her sahnesinde diziyi sırtlıyor.
Lady in the Lake, gizem ve polisiye severlerin kaçırmaması gereken bir iş olacak gibi duruyor. Apple TV+’ın bu artan başarısına bir yenisi daha eklenirse pek şaşırmamak lazım. Ufak tempo ve kurgu sorunları haricinde dizi gayet iyi başladı. Zaten oyuncu kadrosu da şahane. Bir mini seri de olacağı düşünülürse az bir vaktinizi ayırıp şans verin bence.
Poyraz Akyol‘un diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar