The Devil’s Bath (Des Teufels Bad), Avusturya – Almanya ortak yapımı bir korku filmi olarak dünya prömiyerini 20 Şubat 2024’te 74. Berlin Film Festivali‘nin ana yarışma bölümünde gerçekleştirmiştir. Filmin yönetmen ve senarist koltuğunda 2014 yapımı Goodnight Mommy adlı korku filmleriyle büyük ses getiren Severin Fiala ile Veronika Franz ikilisi bulunmaktadır. Birçok festivalde gösterilen filmin uluslararası dağıtımını ise Shudder üstlenmiştir. 18. yüzyıl Avusturya’sının kırsal kesiminde geçen The Devil’s Bath, eski gelenek görenekleri ve dönemin koşullarını temel alarak korku yarattığı için folk korku alt türünün modern örnekleri arasında yerini almaktadır.
Agnes, 18. yüzyıl Avusturya’sında yaşayan köylü bir genç kadındır. Sevgilisi Wolf ile şen şakrak bir tören eşliğinde evlenir. Evlilik sonrasında ise aile evinden ayrılan Agnes, Wolf’un aldığı ormandaki kulübelerinde yaşamaya başlar. Ancak evliliğin ilk günlerinden itibaren Agnes için bir şeyler yolunda gitmemeye başlar. Agnes’in yeni yaşantısındaki sorunlar onu korkunç bir sona sürükleyecektir.
Kısaca Folk Korku
Folk korku kısaca; korkuyu medeniyetten uzak kırsal kesimlerdeki insanların eski inanışları, geleneklerinin meydana getirdiği problemler üzerinden sağlamaktadır. Robert Eggers‘ın 2015 yapımı ilk uzun metrajı The Witch başarılı bir film olmasının yanı sıra folk korku alt türünü 21. yüzyılda diriltmeyi ve modern folk korkunun doğuşunu gerçekleştirmeyi başarmıştır. Film cadılık tarihindeki kayıtlardan uyarlanmasının yanında dönemin atmosferini gerçek ve doğaüstü ögelerle harmanlayarak yansıtmaktadır. Öncülüğünün ardından The Wailing (2016), Apostle (2018), Midsommar (2019), Gretel & Hansel (2020), You Won’t Be Alone (2022) gibi farklı coğrafyalardan pek çok başarılı folk korku filmi çıkmıştır.
Folk korku sinemasının kökenleri her ne kadar sinemanın ilk dönemlerine dayanıyor olsa da Vincent Price‘ın başrolde olduğu Witchfinder General (1968), The Blood on Satan’s Claw (1971) ve The Wicker Man (1973) filmleriyle özünü yakalamış ve altın çağını yaşamıştır. Hatta bu üç film Unholy Trinity olarak da anılmaktadır. Fakat başarılı örneklerine rağmen yakın bir zamana kadar bu filmler “Folk Korku” olarak sınıflandırılmamışlardır. Folk korku teriminin sinemada kullanımı, BBC’nin 2010 yapımı mini belgesel dizisi A History of Horror with Mark Gatiss ile resmiyet kazanmıştır. The Devil’s Bath de hem hikayesi hem de atmosferi ile aynı yoldan ilerlemektedir.
Saf Bir Folk Korku Filmi
Araştırmacı yazar Adam Scovell‘in Folk Horror: Hours Dreadful And Things Strange (2017) adlı kitabında öne sürdüğü üzere folk korkuyu oluşturan ve birbirleriyle sıkı sıkıya bağlantılı olan ögeler vardır. Scovell, bu ögelerin oluşturduğu zinciri, Folk Korku Zinciri olarak adlandırmaktadır. İzolasyon, Kırsal, Çarpık İnanç Sistemleri, Ayinler/Ritüeller gibi belli başlı ögeler bu zinciri oluşturmaktadır. The Devil’s Bath bütün ögeleri tam anlamıyla içerdiği için saf bir folk korku filmi olarak rahatlıkla nitelendirilebilmektedir.
Birçok folk korku filminin sağladığı ilk şartı yani kırsallığı sağlamaktadır. Agnes, 18. yüzyılda medeniyetten, şehirden uzak bir köyde yaşamaktadır. Bu köy de ormanların, dağların ve nehirlerin ortasındadır. Kırsal ve dağınık yaşam beraberinde direkt olarak izolasyonu, yalnızlığı ve tekinsizliği getirmektedir. Agnes ormanın içine dağılmış bir köyde ve eşinin satın aldığı birçok kişiden uzak kalan kulübede yaşamaktadır. Coğrafi koşullar bu nedenle insanlar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Agnes zor durumdayken kimseden yardım alamamakta, eşi Wolf birçok kez Agnes’i bulamamaktadır. Çarpık ve eski inançlar ise kırsallığın ve izolasyonun beraberinde gelmektedir. İnsanlar medeniyetten uzak kaldıkça sorgulamadan ve daha yoğun bir biçimde inançlarına, gelenek ve göreneklerine sarılmaktadırlar.
The Devil’s Bath, bir kadının bebeğini öldürdüğü için korkunç bir biçimde cezalandırılarak öldürülmesiyle çarpıcı bir biçimde başlamaktadır. Ardından filmdeki insan topluluğunun Agnes ile Wolf’ün farklı oyunlar ve geleneklerle bezeli düğün sahnesiyle vurgular. Bebek sahibi olmak isteyen Agnes, erkek kardeşinin verdiği kopuk bir parmağı kutsal görüp yanında taşımakta, içine şeytan kaçtığı söylendiğinde sırtına geçirilen bir iple zehrin akıp gideceğine inanılmakta ve hatta Agnes yaşamı nedeniyle yalnızca melankoli hastalığına yakalanmasına rağmen şeytan tarafından ele geçirildiğine inanılmakta ve inandırılmaktadır. Filmde bu nedenle Hristiyanlık’tan Pagan geleneklerine kadar uzanan çarpık inançlar açıkça gözlenmekte ve hikayenin temelini oluşturmaktadır. Ayin ve ritüeller ise hem Agnes’in evindeki sunak ile hem de Agnes’in dehşet verici grotesk cezanlandırılma sahnesi ile filmde yer almaktadır. Film, gerçek olamayacak kadar korkunç ancak bir o kadar gerçek bir ritüel ile son bulmaktadır.
Şeytandan Değil İnsandan Gelen Kötülük
The Devil’s Bath bir folk korku filmi olmasının yanı sıra anlatım biçimiyle de geleneksel Hollywood anlatısını tercih etmeyerek slow burning thriller anlatımıyla festivallere ve daha sınırlı bir kitleye hitap etmeyi tercih ediyor. İki saatlik ortalamanın üstündeki süresi beklentileri farklı olan izleyiciler için akıcı olmayan bir seyir deneyimi yaşatıyor. Film senaryosunda olabildiğince dönemi ve karakterleri betimlemeyi tercih ettiği için hikaye anlatımı ikinci planda kalıyor, aksaklıklar meydana geliyor.
Bir folk korku filmi olarak korkuyu, bizzat folk korku zincirinden etkilenen insan ilişkileri ve psikolojik durumlar ile işliyor. Agnes’in içine düştüğü durum ve yaşadığı dram korkunun ta kendisi haline geliyor. Bu da yine korku beklentisi farklı olan izleyiciler için bir hayal kırıklığı yaratabiliyor. The Devil’s Bath diğer pek çok korku filminin aksine doğaüstü şeytani bir kötülük dahil etmiyor, tamamen gerçeklere sadık kalarak kötülüğün kaynağına insanı yerleştiriyor. Aynı zamanda The Witch gibi çarpıcı gerçek olaylardan uyarlanıyor. Senaryonun niteliği her ne kadar hitap ettiği kitleye göre değerlendirilebilir bir durumda olsa da Agnes’in yaşadığı sıkıntılı evliliğin ve bunaltıcı hayatın gösterimi bir nebze uzuyor. Son 40 dakikasına kadar ana meselesine giremeyen film bazı seyirciler için zorlayıcı bir seyir sunabiliyor. Ancak buna rağmen diyaloglarından karakterlerine gerçekçi ve etkileyici bir dünya sunmayı başarıyor.
Alametifarikası İşlediği Konu
Filmin ve senaryosunun alametifarikasıysa direkt olarak işlediği konu oluyor. Ortaçağ’da ve özellikle büyük cadı avı dönemlerinde (15-17. yy) birçok kadın melankoli, bunalım vb. çeşitli ruhsal hastalıklar sebebiyle şeytanla işbirliği, şeytan tarafından ele geçirilme veya cadılıkla suçlanıp çeşitli işkencelerle idam edilmiştir. Film direkt olarak böyle korkunç ve önemli bir tarihi lekeyi gerçekçi anlatımıyla öne çıkıyor.
Filmdeki oyuncu performansları ile sinematografi gerçekçi atmosferi destekliyor. Sinematografideki geniş planlar ile kırsalın tekinsizliği ve Agnes’in yalnızlığı öne çıkmaktadır. Ormanın karanlık atmosferi ve soluk renk kullanımının tercih edilmesi filmin korku ile gerilimini yükseltiyor. Filmin geçtiği mekanlar ve kullanılan kıyafetler dünyasının içine almayı başarıp göz doyuruyor.
The Devil’s Bath, akıcılığını zedeleyen ve ana konuya geç giren ağır anlatımına rağmen dehşet verici gerçek bir konuyu gerçekçi ve nitelikli bir atmosferde işlemesiyle parlayan modern bir folk korku filmi olarak karşımıza çıkıyor. Herkese hitap etmese de folk korkuyu tam anlamıyla karşılamasıyla ve tarihi belge niteliği taşıyan yönleriyle sinema tarihi için önemli bir konumu garantiliyor.
Buğra Mert Alkayalar‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar