A Quiet Place (2018) ve A Quiet Place Part II (2020) ile kariyerinde ciddi bir yükseliş yaşayan John Krasinski, yönetmenliğini yaptığı bu iki filmin başarısı sayesinde yeni ve orjinal bir korku serisinin ilk adımlarını atmış oldu. Yükselerek büyüyen bu serinin yeni filmi olan ve spin-off prequel niteliği taşıyan A Quiet Place: Day One ise izleyiciyi istilanın başladığı ilk güne götürüyor. Bu kez yönetmen koltuğunda Krasinski yok fakat hem senaryonun gelişim aşamasında hem de yapımcı olarak yer almaya devam ediyor. Yönetmenlik ve senaryo ise Pig (2021) ile büyük övgüler toplayan Michael Sarnoski‘ye emanet ediliyor.
Oyuncu kadrosunda Joseph Quinn, Lupita Nyong’o, Alex Wolff ve Djimon Hounsou gibi önemli isimlerin yer aldığı, izleyicilere heyecan fırtınası sunan A Quiet Place: Day One‘ın prömiyeri 26 Haziran 2024’te Tribeca Film Festivali’nde yapıldı, 28 Haziran Cuma gününden itibaren ise ülkemizde vizyona girecek. IMAX, 4DX ve ScreenX gibi seçenekler de mevcut olacak.
Dünyanın Sonu, Yeniden Yaşamın Başlangıcı
İlk olarak Day One‘ın gelişim aşamasına dönersek, biraz sorunlu ve uzun bir süreç oldu denilebilir. Paramount Pictures’ın, Jeff Nichols‘un (Take Shelter, Mud, The Bikeriders) yazıp yönetmesine karar verdiği A Quiet Place: Day One‘ın geliştirilmesine Kasım 2020’de başlanmıştı. Mayıs 2021 itibarıyla Nichols‘un senaryosu tamamlanmıştı ancak Ekim 2021’de Nichols ve stüdyo arasındaki yaratıcı farklılıklar nedeniyle proje durma noktasına gelmişti. Ocak 2022’de ise Michael Sarnoski‘nin yazar ve yönetmen olarak Nichols‘un yerini alacağı açıklandı; Hatta ilk uzun metrajlı filmi Pig‘in (2021) başarısı nedeniyle bizzat Krasinski, Sarnoski ile iletişime geçip konuştu. Ana çekimler ise Şubat 2023’ten Nisan 2023’e kadar Londra’da gerçekleşti.
Sam (Lupita Nyong’o) adında bir kadının, ultrasonik işitme yeteneğine sahip uzaylı yaratıkların istilasının ilk aşamalarında kendisini New York’ta mahsur kalmış halde bulmasını konu alan Day One ise A Quiet Place serisinin başarısını devam ettiriyor. Bu kez direksiyonu kırsaldan, dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan New York’a kırıyoruz. Kanser hastası olan Sam, tedavi merkezindeki hemşiresi Reuben (Alex Wolff) ile birlikte pizza yemek için New York’a gittiklerinde, her şeyin başlangıcına olan yolculuğumuz başlıyor.
Sam’i ve kedisi Frodo’yu bu filmin kalbi olarak tarif etmek mümkün. Sam’in bir kanser hastası olarak portre edilişi çoğu kişiye “klasik acındırma taktiği” olarak gelebilir fakat bundan daha fazlası mevcut. Sam, her şeyden ve herkesten kopulan, yalnızlığın ortasında kalınmış bu koca dünyanın sonunda yeni bir yaşamın başlangıcını, o yaşamın yeniden anlam kazanmasını temsil ediyor.
İzleyebileceğiniz En Tatlı Korku Filmlerinden Biri
Olayların patlak verdiği, dünyanın sonunun geldiği günü ise Sam ve kedisinin perspektifinden görüyoruz. Fakat olayların aktarılışına geçmeden önce şunu söylemek gerek, eğer istilacıların gizemini, nereden ve nasıl geldiklerini arıyorsanız, A Quiet Place: Day One bu cevapları gizemli tutmaya devam ediyor. Bunun iyi bir şey olduğunu söylemek mümkün, çünkü yaratıkların sadece zayıf ve güçlü yanlarını bilmek izleyiciye verilebilecek en iyi şeylerden biri. Nereden geldikleri ise bilinmez olarak kalmaya devam etmeli, çünkü insan bilinmeyenin gizeminden ve yapabileceklerinden korkar.
Filmdeki istila sahnesi, şehrin yıkımı ve post apokaliptik dünyaya geçişin evresi çok iyi aktarılıyor, ses dizaynı ve miksajı ise yine önceki filmlerde olduğu gibi nefis. Her saldırı anı da heyecan ve adrenalini en iyi şekilde sağlıyor. Bu anların aktarılma biçimi ve filme yayılma şekli ise olay örgüsünde “filmin kalbi” tabirini kullandığım Sam ve kedisi Frodo’dan geçiyor. Çünkü onların bağı ve birbirlerine olan bağlılığı üzerinden ilerleyen film, aynı zamanda beraber hayatta kalma çabalarında izleyicinin duygu ve endişelerine müthiş oynuyor. Bir nevi Frodo sayesinde filmin en büyük gücü olan gerilim sağlanıyor. Çünkü A Quiet Place: Day One, Frodo’ya geniş bir hareket alanı ve önemli bir rol veriyor.
Frodo’yu aslında Cat’s Eye benzetmesi olarak görmek de mümkün. Stephen King‘in kısa öyküsünden uyarlanan 1985 yapımı film, küçük bir kızı doğaüstü tehlikeden kurtarmak için bir yerden başka yere dolaşan bir kedinin, birbirine bağladığı üç hikayeden oluşuyordu. Onun hareket alanından ve gözünden olayları görüyorduk. Day One‘da ise Frodo, sahip olduğu hareket alanı ve filmde ona açılan yer sayesinde sadece olayları merkezinde olmakla kalmıyor, filmin iki ana karakteri olan Sam ve Eric’i (Joseph Quinn) birbirine bağlıyor. Sam, Eric ve Frado’nun bir arada oluşu ise gerilim ve heyecanın yanı sıra dramatik bir ton getiriyor. Aslında bir anda izleyebileceğiniz en tatlı korku filmlerinden birine dönüşüyor.
Dünyanın Sonunda Pizza ve Sevgi
Frodo’nun sayesinde Sam ve Eric’in yolunun kesişmesi, dünyanın sonuna yolculuğu sağlıyor denilebilir. Çünkü zaten kanser hastası olan ve hali hazırda kıyametin ortasında kalan Sam için yapacağı tek şey kalmıştır, o da son kez pizza yemek. Harlem’de yer alan ve özellikle Sam’in çok sevdiği bir pizzacıya olan hafif umutlu yolculuğun gidişatı ise hem dramatik açıdan, hem de adrenalin açısından oldukça dolu ve seyir zevki yüksek.
Eric’i ise tek başına tarif etmek aslında kolay fakat karakter işlenişi oldukça iyi. Eric dünyanın sonunda tek başına kalmış, panik atağı olan, ürkek ve yalnız kalmaktan korkan biri. Onu son derece samimi bir karakter yapan ise bu özelliklerinin hiçbir şekilde yapay durmaması. Onun tüm gelişimi ve ürkek kabuğundan çıkışı ise Sam sayesinde oluyor. Birliktelikleri, Sam’in tükenen yaşam sevincine ve hayatına yeniden anlam kazandırıyor.
Sam, Eric ve Frodo dünyanın sonunda, her şeyin bitme noktasında ve kaosun ortasında hala sevgi ve nezaketin olabileceğini gösteren karakterler olarak filmin tüm duygu yükünü üstleniyorlar. Evet, bu bir istila filmi ve insanlar biraz da War of the Worlds benzeri bir beklentiye de girmiş olabilir fakat A Quiet Place: Day One, istilanın yıkımından çok dünyanın sonunda birbirini bulan iki yalnız ruhun yeniden canlanmasına odaklanıyor.
Yaşamın Yükü, İstiladan Daha Yıkıcı
Sam, Eric ve Frodo’nun son bir kez pizza yemeye gittikleri yolculuklarında Sam’in hastalığı üzerinden nostaljik ve geçmiş ağırlıklı bir aktarış da görüyoruz. Bu da aslında bir nevi hızlıca akıp giden yaşam üzerinden melankolik bir his uyandırıyor. Böylelikle filmde gördüğümüz kıyamet ve yıkımdan çok daha fazlasına ulaşıyoruz. Yaşamın yükü, istiladan daha yıkıcı hale geliyor.
Michael Sarnoski, A Quiet Place: Day One ile seriye çok farklı bir hava katmış. Joseph Quinn ile Lupita Nyong’o‘nun harika performansları ve çok hoş uyumlarıyla birlikte, dünyanın sonuna uzanan bu yolculukta yaşama yeniden anlam kazandırma mücadelesi ile baş başa kalıyoruz. İlk iki filmin başarısını sürdürmeye devam eden Day One, gelecekteki A Quiet Place filmleri için de kapı aralamayı ihmal etmiyor.
Ferit Doğan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar