The Boys dördüncü sezonu son sürat ilerliyor. Bu bölümde geçmiş sezonlardan çok özlediğimiz bir isimle buluştuk. Stan Edgar (Giancarlo Esposito) karakteri dizinin başından bu yana hikayede çok yer edinmedi. Bunun sebebi Stan’in lüzumsuz ya da önemsiz olması değil elbette. The Boys evreninin erişmesi en güç insanı, Vought binasının tepesinde oturan gizemli bir adam olması gerekiyordu. Manevi kızı ve Homelander tarafından tuzağa düşürülüp alaşağı olduğunda karmaşık duygular içerisindeydim. Esposito çok yetenekli bir aktör olduğundan, Edgar’ın daha erişilebilir olması bana geleceğe dair ümit veriyordu. Öte yandan belki de hikayeden tamamen koptu endişesi içindeydim. Bu bölümde bizim çocuklarla konuştuğunu gördüğümde “Oh be! Dünya gözüyle Giancarlo Esposito izliyoruz!” dedim ki… neticesinde bir bölümlük bir macera olduğunu öğrendim. Olsun, kısa da olsa gözümüz gönlümüz bayram etti.
Gelelim bir de Edgar’ın tam aksi, lüzumsuz işlere. Hughie’nin babası bir hastane dolusu insanın içinden geçti. Beyni arıza veren Hughie Sr. (Simon Pegg) hafızada takıla takıla eşi tarafından terkedildiği tarihe takıldı. Sinir harbi geçiren acılı baba, yakın dönemde aldığı V karışımın etkisiyle terör estirdi. Sezonun ilk yazısından bu yana bu kısmın ne kadar gereksiz olduğundan yakınıyorum. Hughie’nin annesi önünde siper olup babasına “Sen benim kahramanımsın” demesi ve senaryonun bu kısmındaki tembellik umurumda değil. Tek takıldığım konu Hughie karakterinin gelişimi.
Hughie ve Frenchie’nin Aşırı Acıklı Hayat Hikayeleri
Hughie kendi halinde, sessiz sakin bir gençken sırasıyla; sevgilisi berbat bir şekilde öldü, FBI eskisi bir adamla illegal bir serüvene girdi. Ardından bir süper kahramana aşık oldu. Peşine bir süper kahramanı patlattı. Sonra kaçakçıların elinden Asyalı süper güçlü bir suikastçı kurtardı. Daha sonra poposuyla kafa patlatan bir kadına yapılan şantajın parçası oldu. Ardından tekneyle bir balinayı ikiye böldü. Sonrasında geçici V ile ışınlanmaya başladı. Peşine süper güçlü insanların seks partisine sızdı. Daha sonra gezegenin en güçlü insanını dövdü. Sevgilisi ile (Dikkatinizi çekerim bu kişi gözlerinden ışık saçıyor) bir kürtaj atlattılar. Ama yine de olgunlaşması için, inanır mısınız yazarken utanıyorum, babasının vefatını sindirmesi gerekiyordu. The Boys senaristlerinin suratlarını avuçlayıp onlara “NE GEREK VAR?” diye bağırmak istiyorum. Daha bu çocuğun başına ne gelsin arkadaşlar. Baktınız gidecek yeri kalmadı bir şekilde hikayeden çıkarın. Ya ölsün ya Annie ile birlikte kaçsın gitsin, bu kadar zor olmamalı.
Frenchie de aynı hesap. Neymiş efendim, zamanında masum insanları öldürmüş, vicdanı sızlıyormuş, teslim olacakmış. Güzel kardeşim, senelerdir bu devlet işlerinin içindesin. Gidip itirafçı olsan; seni, sorguna giren polisleri, zabıt tutan katibi, çay getiren teyzeyi, güvenlik odasında duran memuru ertesi gün yok edecekler. İnsan öldürdü diye vicdanı sızlıyor, onlarca insanın hayatını tehlikeye atıyor ama meselemiz bu değil. Buraya kadarki kısım işin şakası. Hughie meselesi ile aynı sebepten yakaracağım. Frenchie Kimiko’yu buldu, onun dertlerine derman oldu yetmedi, Albay Mallory (Laila Robins) ile yüzleşti yetmedi. Daha kiminle yüzleşecek derken, elinden sigarası düşmeyen Rus mafyası hanım kızımız ile yüzleşti o da yetmedi. Daha da yüzleşsin daha da yüzleşsin dediler ve mesele bu saçma sapan romantizme geldi. Yanlış anlamayın burada LGBTİQ+ karşıtlığı yapmıyorum. Muhattap kadın olsa da aynı tepkiyi verirdim. Beş senedir izlediğim karakterlerin iç hesaplaşmaları, olgunlaşmaları artık umrumda değil, yalnızca bunu söylüyorum.
İşte Özlediğimiz Butcher
Geçen bölüm Firecracker karşısında karizması çizilen, haftalardır ayılıp bayılan Butcher sonunda kafasını kumdan çıkardı. Önce Edgar’ı kızına karşı kışkırtıp ortaklık kurdu. Daha sonra turnayı gözünden vurup çok kilit bir ismi ele geçirdi. Ve bu işi kendi deyimiyle en “Diabolical” yöntemle halletti. Artık CIA’in elinde vucüttaki V birleşenine saldıran bir virüs var diyebiliriz. Yalnız buna değinmeden geçmek istemem, Karl Urban ile Jeffrey D. Morgan arasındaki kimya mükemmel. İkiliyi yan yana izlemek tek kelimeyle muazzam.
MCU göndermesi, Süper Kahraman filmlerinin etkinlikte aşama aşama sunulması inanılmaz keyifliydi. Öte yandan Ashley’nin A-Train’i, dolayısıyla kendisini kurtarmak adına masum bir insanı öldürtmesi, bölümün en enteresan anlarından biriydi. Elbette sezonun ilerleyen bölümlerinde A-Train’in ikili oynadığı anlaşılacaktır, The Boys‘da bir silah gözüktüyse patlar. Uçan canavar koyunlardan tavşan göbeğinden fırlayan Alienlar’a, baştan sona eğlence dolu bir bölümdü. Haftaya yine burada görüşmek üzere. Umarım sıradaki bölümü yakınmadan, keyifle inceleriz.
Mehmet Tezcan’ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar