0

House of the Dragon‘da ejderhaların dansı sonunda başlıyor! Daha çıkmadan övgü yağmuruna tutulan dördüncü bölümümüz gün yüzüne çıktı. Verilen röportajlara ve söylenenlere göre sezonun en iyi iki bölümünden biri olarak görülen 4. bölümün incelemesine dilerseniz geçelim. Yazının bundan sonrası yüksek miktarda spoiler içerecektir, bölümü izlemediyseniz keyfiniz kaçabilir uyarımızı yapalım.

Savaş Öncesi Hazırlıklar

House of The Dragon‘un dördüncü bölümüne Harrenhal’da başlıyoruz. Kalenin lanetinin varlığıyla gitgide yüzleşmeye başlayan Daemon’un uykuları kaçmaya devam ediyor. Kendini taht odasında bulan karakterimizin anlaşılan o ki kendiyle yüzleşme süreci devam ediyor. Daemon’un yaşadığı, geçmişte sıkışma sahnelerinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. İlk sezondan beri hep bahsedilen ‘Daemon’un amacı ne?’ sorusunu yavaş yavaş işlemeye devam ediyorlar. Bunun dışında, soğukkanlılık ve duygusuzluğuyla öne çıkan karaktere duygusal bir altyapı oluşturuluyor. Her ne kadar kendi iç dünyasıyla uğraşsa da, diyarın durduğu söylenemez. Harrenhal’ı almasının duyulmasıyla birlikte ordular, kimin safında yer alacağına karar verme aşamasında. Cole’un, önüne çıkan her kaleyi diz çökmeye zorlayarak safına çekme stratejisiyle birlikte Daemon’un ona karşı yavaş kaldığını söyleyebiliriz. Özellikle Tully varisi ve Blackwoodlar ile yaptığı konuşmalara bakarsak, bunların da pek verimli geçtiğini söylemek zor.

Yeşiller cephesine geçtiğimizde ise ortalık biraz karışık. Alicent’ın tıpkı ilk sezonda Rhaenyra’nın içtiği ay çayını kullandığını görüyoruz. Tıpkı sezon genelinde gördüğümüz gibi, aslında kınadığı her şey başına gelmeye devam ediyor. Konsey’e geçmek gerekirse, savaş öncesi son planların yapıldığını görüyoruz. Sahnenin çoğunun Aegon ve Aemond paralellikleri üzerine gerçekleşmesini izlemek hoşuma gitti. Aegon’un ciddiyetsiz ve akılsız gösterilmesinin devamı üzerine, Aemond’un ise bunun tam tersi olarak lanse edilmesi karakterler arasında da bir çatışmaya yol açıyor. Yıllarca Otto tarafından manipüle edilen Viserys’in kukla bir kral olduğunu defalarca izlemiştik. Aegon’un babasından en büyük farkı tahmin edilemezliği diyebilirim. Aemond’un satrançındaki taş olmak yerine kendi oyununu oynamayı çoğu zaman tercih ediyor.

Buradan Siyah Konsey’e geçtiğimizde ise tıpkı Yeşiller Cephesi gibi işler karmakarışık. Rhaenyra’nın akılalmaz bir biçimde Kral’ın Şehri’ne gidişinin ardından konseyi Jace ve Baela’nın yönetmeye çalıştığını görüyoruz. İlk bölümden beri en azından beni rahatsız eden konseydeki liderlik eksikliği Sör Alfred tarafından sesli bir biçimde belirtilmeye başlıyor. Şüphesiz Corlys’in geri dönüşü hem Siyahlar için büyük bir gelişme hem de biz izleyenler için akıllı stratejiler duymamız anlamına geliyor.

Hesaplaşmalar

Bölüm içerisinde tekrar Harrenhal’a döndüğümüzde bu defa bizi Alys River karşılıyor. Karakterin Daemon ile olan sahnelerini izlemek oldukça keyifliydi. Sezon öncesi nasıl yansıtılacağına emin olamadığım karakterlerden bir tanesiydi. Şu ana dek izlediklerimle söyleyebilirim ki olması gerekenden daha iyi gidiyor. İyi oyunculuğunun yanı sıra karakter üzerindeki hem gergin hem rahatsız edici hava, onu gizemli kılıyor.

Alicent ve Aegon’un sahnesine gelmem gerekirse, Aegon’un bundan sonraki karakter gelişiminin temel sahnelerinden biri olduğunu düşünüyorum. İlk sezonun sonlarında Kral olmaktan kaçan bir karakter iken annesinin ikna etmesiyle birlikte bu sorumluluğu aldığını hatırlıyoruz. Gerçekleşen konuşmada ise bölüm içerisinde defalarca belirtildiği gibi, annesinin de onu yetersiz gördüğünü belirtmesi kırılma noktasına giden gelişmeyi tetikliyor.

Gelelim bölümdeki son konsey sahnesine. Genel olarak bundan sonra dizinin tonunu belirleyecek sahnelerden biri olduğunu söylemeliyim. Rhaenyra’nın geri dönüşüyle birlikte artık kararlı ve kendinden emin olduğunu görüyoruz. Sezonun başından beri işlenen ‘Rhaenyra savaş istemiyor’ fikri mantıklı olsa da işleyişte sınıfta kaldığını düşünüyorum. Özellikle ilk sezonun sonunda kameraya dönüp yaptığı bakış ile karakterin başka bir noktaya evrilmesini bekleyenlerdenseniz, hiçbir zaman karakterin ‘Mad Queen’ lakabına ulaşacağını sanmıyorum. Küplere bindiği anlar gelecektir elbette, ama itidalli hali uzun bir süre devam edecektir. Ejderhaları kullanmaya karar vermesi ise artık Buz ve Ateşin Dünyası evreninin tarihini şekillendiren gelişmelere giriş yaptığımızın bir habercisi. Bundan sonrası için kemerlerinizi bağlamanızı tavsiye ederim.

Ejderhaların Dansı

Nerden başlayacağımı bilemiyorum aslında tam olarak. Ben izlediğim her sahneye bayıldım, diyebilirim. Sezonun en iyi bölümü olmasının yanı sıra Game of Thrones dönemi dahil en iyi bölümlerden birini geride bıraktık. Rhaenyra’nın Fatih Aegon’un rüyasını Jace’ye anlatmasıyla başlayan sekans, Meleys-Rhaenys ilişkisi derken mükemmel anlara şahit olduk. Cole ve Aemond’un planının pürüzsüz şekilde işlediğini gördüğümüz sahnelerin ardından, Aegon’un davetsiz misafir olarak partiye katılması her şeyi değiştiriyor diyebiliriz.

İlk sezondan beri vurgulanan savaş görmemiş ejderha ve savaş görmüş ejderhaların farkının ne kadar önemli olduğunu kavramış olduk. Meleys ve Sunfyre karşılaşmasında devasa boyut farkı olmasa da, Meleys’in genç ejderhaya neredeyse açık bile vermemesi söylenenleri haklı çıkarıyor. İkilinin savaştığı sırada çıkan Vhagar ise neden bu kadar korkutucu olduğunu ilk sezonun ardından bize tekrar kanıtlıyor. Kalan ejderhalar ile boyut farkının ne kadar açık olduğunu görmemizin yanı sıra, binicisiyle bütünleşmenin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Bu dizi başlamadan önce herkesin en büyük soru işaretlerinden bir tanesi ejderha savaşlarının nasıl yapılabileceğiydi. Görünen o ki bu soru işaretlerini bu sahneyle birlikte tamamen gidermeyi başarıyorlar. Gerek ejderhaların birbirleriyle olan aksiyonları gerek binicilerinin reaksiyonları kusursuzdu; izleyiciye sahneleri tekrar tekrar izlemesini teşvik eden kalitede.

Prenses Rhaenys ve Meleys’e veda sahnelerini de oldukça beğendim. Karakterin yazılışını ve genel havasını beğenmeyen biri olarak beni bile etkilemeyi başardı. Yine sahnenin diğer kahramanlarından biri olan Cole ise kritik bir yere sahipti. Ejderhaların savaşıp önlerine gelen her şeyi yok etmelerinin altında bir insan olarak yıkımın sonuçlarını görmemiz açısından bize dehşet veren sahneler izletti diyebiliriz. Dediğim gibi bana kalırsa sezonun en iyi bölümü ve House of The Dragon klasikleri arasına giren bir bölümdü 4. bölüm. Özellikle ilk üç bölüm genel olarak beğenilse de, belli bir kesim tarafından hedef tahtasına oturtulmuştu. Bu bölüm, ilk üç bölüme gelen eleştirileri silmese de, sırtlamayı başarıyor. Böylelikle sezonun yarısını geride bırakmış olduk. Aegon’un son durumu ne? Aemond ne yapacak? Siyahlar nasıl reaksiyon alacak gibi soruların cevaplarını haftaya yeni bir House of The Dragon bölümünde alacağız. O zamana dek görüşmek üzere!

Ali Can Bartu Sakarya‘nın tüm yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

House of the Dragon 2. Sezon: Üçüncü Bölüm İncelemesi

Ali Can Bartu Sakarya

The Bear 3. Sezon: Mutfağa Geri Dönüş

Previous article

Fly Me to the Moon: Amerikan Rüyası Gerçek Mi?

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like