Gençlik romanları okumayı neredeyse hiçbir zaman sevmedim. Çünkü özellikle lise yıllarımda çok kitap okuyan birisi değildim. Daha sonradan kitap okumaya başladığımda da “görece daha nitelikli” kitaplar okuduğumu düşünüyorum. O dönemlerde kitap okuyor olsaydım herhalde yolum Uyumsuz ve Açlık Oyunları gibi kitaplarla karşılaşırdı. Bu kitapları okumasam da uyarlandığı filmleri (hatta film serilerini) elimden geldiğince izledim. The Hunger Games, Divergent, The Giver ve Maze Runner özellikle gösterime girdikleri dönemleri de düşünürsek fena sayılmayacak distopik filmlerdi. Şimdilerde bu kitap uyarlaması distopik filmlere bir yenisi daha eklendi: Uglies.
Scott Westerfeld’in kitabından uyarlanan Uglies, yönetmen koltuğunda McG’nin olduğu ve senaryosunu Jacob Forman, Vanessa Taylor ve Whit Anderson’ın yazdığı bir film. Geçtiğimiz günlerde Netflix’te gösterime giren film bana göre günümüzün değil, en az 15-20 yıl öncesinin “ucuz” filmlerinden biri. Hem işlediği konunun zamansızlığı hem de film boyunca kullandığı dil ile 2024’e ait bir film değil.
Eskimiş Konularla Yenilikçi Hikâye Anlatılmaz
Uglies, adından da anlaşılacağı üzere “çirkinlerin” hikâyesini anlatıyor. Eşitsizliğin her türlüsünün olduğu bir dünyada bu eşitsizliği gidermek için çirkin insanlar 16 yaşından sonra güzelleştiriliyorlar. İnsanlar 16. yaş gününde fiziksel olarak mükemmel hale gelmek için hayatını değiştirecek bir prosedürden geçerler. Daha uzun uzuvlar, daha parlak gözler ve sıfır kusurla hayatlarına devam ederler. 15 yaş ve altındaki insanlar ise grinin tonlarında olan yerleşkelerde yaşarlar.
Tally (Joey King), en yakın arkadaşı Peris’ten (Chase Stokes) birkaç ay küçüktür. Peris “güzelleşmeye” hazırlanırken Telly onunla iletişimini kesmemeye çalışır. Telly ve Peris’in hikâyesi zamanda atlamalarla anlatılır. Bu sırada biz bu iki karakterin derinlikli yanlarını (üzgünüm ama çok derinlikli karakterler değil) yavaş yavaş fark ederiz.
İlerleyen dakikalarda Tally, doğum gününü paylaşan çirkin arkadaşı Shay (Brianne Tju) ile zaman geçirir. Uçan kaykaylara biner, gizlice kitap okurlar. Zamanla da kaçınılmaz olarak yakınlaşırlar. Shay, güzelleşmek istemediğini bunun yerine otantik bir yaşam sürmek ve David’in (Keith Powers) liderliğindeki bir grup isyancı olan The Smoke’a katılmak istediğini açıklar. Shay, dönüşüm tarihini kaçırınca, Tally’nin randevusu, dönüşümünü teminat olarak kullanan Dr. Cable (Laverne Cox) tarafından ertelenir. Tally, Shay’i bulup şehre geri getirmeden güzelleşemez. Ancak The Smoke dünyasını ve gizemli David’i keşfettiğinde, Tally’nin dünya görüşü, çirkinlerin ve güzellerin düz dünyasının düşündüğünden daha karmaşık ve tehlikeli olabileceğini sorgulamaya başlar.
Filmin bu olay örgüsü ve filmdeki pek çok sahne henüz ilk 20 dakikasında kaçınılmaz olarak bana Divergent’ı anımsattı. İkiye bölünmüş bir topluluk, zamanı gelince bir tarafa geçecek insanlar, arada kalmış bir karakter… Uglies, hem duygusal olarak hem de klişe sahneleriyle fazlasıyla zamansız bir film. Güzellik ve çirkinlik algımızın Instagram filtreleriyle sınırlı olduğu bugünlerde bu filmi izlemek beni heyecanlandırmıyor maalesef. Yukarıda Divergent ile bir paralellik kurduğum için oradan devam edeyim. Uyumlu/uyumsuz olmayı bugün distopik bir gelecekte düşünmek de çok heyecan verici gelmeyebilir ama 2016’da Divergent izlemek heyecan vericiydi. Bu yüzden Uglies’in bizi heyecanlandırması için en az 10 yıl önce izlememiz gerekiyordu.
Kitap Nasıl Uyarlanmalı?
Bir kitap uyarlaması olan Uglies, Scott Westerfeld’in kitabından uyarlanıyor. Muhtemelen Uglies de Hungry Games ve Divergent gibi bir film serisi olacak. Çünkü Westerfeld’in “Çirkinler” kitabından ayrı “Güzeller”, “Özeller” ve “Akstralar” isimli romanları da var. Bunda bir sorun görmüyorum ama söyleyeceklerim de var.
Büyük Rus yönetmen Andrei Tarkovski büyük romanlardan büyük filmler çıkarmanın zor, daha basit romanlardan başyapıt olabilecek filmlerin çıkarılabilmesinin daha kolay olduğunu söyler. Nitekim kendi filmi Stalker da çok iyi bir kitaptan uyarlanmamıştır. Arkadi Strugatski ve Boris Natanovich Strugatskii’nin kaleme aldığı “Uzayda Piknik” kitabını okursanız son derece basit (kötü demiyorum) bir kitap okursunuz. Ancak Stalker, sinema tarihinin en iyi filmlerinden biridir.
Bunun yakın örneklerinden biri de Martin Scorsese’nin son filmi Killers of The Flower Moon’dur. David Grann’in aynı isimli kitabı Amerika tarihine dair gerçekleri yalın bir dille anlatan bir kitap. Ancak film Scorsese’nin filmografisinde çok iyi bir yerde olmasa da oldukça iyi bir filmdir. Yani demem o ki basit bir kitaptan 3 saat 26 dakikalık iyi bir film pekâlâ çıkarılabilir.
Tüm bunları düşününce Hollywood film endüstrisinin bu kitapları gençlik romanı olarak görüp küçümsediklerini görüyorum. Oysa küçümsemek yerine bu kitapları ciddiye alıp büyük filmler yapmaya çalışması gerekiyor.
Oyuncular İyi Teknik Zayıf
Zayıf bir senaryodan iyi oyunculuk çıkarmak zordur. Hatta zayıf bir senaryoya göre oyuncuların gösterdiği oyunculuğu ölçmek çok daha zordur. Ancak Uglies’de senaryoya rağmen iyi oyunculukları ayırt edebiliyoruz. Joey King tipik bir distopik film başrol oyuncusunun yapması gerekenleri yapıyor. Bunu iyi bir şey olarak söylüyorum. Yorgun, umutsuz, arada kalmış karakteri iyi canlandırıyor. Ki Joey King yakın bir zamanda yine bu sitede yazdığım A Family Affair’de de oldukça iyi bir oyunculuk ortaya koymuştu. Joey King son dönemlerde gördüğüm genç oyuncular arasında en sükse yapan isim.
Brianne Tju ve Keith Powers da iyi bir yardımcı oyunculuk yapıyorlar. Karakterlerinin iyi ve derinlikli olduğunu söylemem çok zor ama oyunculuk anlamında başarılı olduklarını da söylemeden geçemem.
Filmi teknik olarak ele alacak olursak da övgüyle bahsedebileceğim çok bir şey yok. Uglies, temposunu sahne geçişlerinden açıklama yığınlarına ve tekrar sahnelere doğru hızla değiştiriyor. McG’nin oluşturduğu dünyada nefes almak ve derinleşmek için pek yer yok. Aslında Uglies, yüzeyselliğin sahte ve sınırlayıcı olduğunu vurgulayan açık bir tez sunuyor. Ancak bu tez, hedef kitlesinin yaşına uygun olsa bile film, derinlikten yoksun. İlk 20 dakikada öne çıkan bu nokta, filmin geri kalanında tek kullanımlık yollarla tekrar ediliyor.
Bu yüksek tempoyu iki kurgucu ortaklaşa inşa ediyor: Martin Bernfeld ve Brad Besser. McG’nin iki kurgucu ile beraber çalışması filminde istediği tempoyu belli ki yakalamasını sağlamış. Ancak basit bir senaryoyla tempo veya ritim ne kadar yüksek tutulursa tutulsun film sıkıcı olmanın ötesine geçemiyor.
Görüntü yönetmeni Xiaolong Liu ise kamerasını aşırıya kaçmadan kullanıyor. Gerektiği yerde yakın, gerektiği yerde geniş çerçevelerle hikâyeye sadık kalıyor. Sürprizler yaratmasa da hayal kırıklığı da yaratmıyor.
Ucuz Bilim Kurgu Sevenlere
Uglies seyircisine -biraz abartacak olmam pahasına- George Orwell hikâyelerine benzer bir distopya sunuyor. Elbette ona yakın demiyorum ama benzer demekten de geri durmak istemem. Yazının başında saydığım türdeşlerine kıyasla oldukça geride kalmış bir film Uglies.
Bilim kurgu türüne dair her filmi izlemekten keyif alan insanların olduğunu biliyorum. İşte Uglies o izleyici kitlesine tavsiye edebileceğim bir film. Büyük beklentiyle izlenmemeli ancak kaçırılmasa da güzel olur.
Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar