2024’ün ilk yarısında iyi romantik (hatta romantik komedi) filmler izledik. Bu konuda The Idea of You, The Fall Guy, Challengers aklımıza gelen ilk filmlerden sadece birkaçı. Bu filmlerin içerisine belki bunlar kadar öne çıkan bir yapım olmasa da artık ekleyeceğimiz bir film daha var: A Family Affair.
Başrollerini Nicole Kidman ve Zac Efron’un paylaştığı filmin yönetmen koltuğunda Richard LaGravenese var. A Family Affair‘in konusuna gelmeden önce Nicole Kidman ve Zac Afron’un daha önce The Paperboy’da (2012) beraber rol aldıklarını ve bu filmden 12 yıl sonra beraber olmalarının seyirciyi meraklandırdığını söyleyelim.
Kuşaklar Arası Bir Hikâye
A Family Affair, Carrie Solomon’un ilk senaryosu. Film boyunca bu “ilk” olma eksikliğini hissediyoruz. Film üç kuşak arasında sallanan bir senaryoya sahip. Zara Ford (Joey King), büyük hayalleri olan genç bir Tinseltown sakini. Ancak şimdilik, şov dünyası için kariyerinin başında ve geleceğine dair umutlu bir asistan. Patronu ise Hollywood’un süperstarı, yakışıklı ve sürekli kendini övmekle meşgul, şımarık Chris Cole (Zac Efron). Zara asistan olmasına rağmen görevleri arasında patronunun eşyalarını toplamak, market alışverişi yapmak, senaryolar hakkında tavsiye vermek ve hatta Chris’in eski sevgililerine hediyeler almak var.
Zara’nın annesi Brooke (Nicole Kidman), ünlü bir yazar ve varlıklı hayatıyla Zara’ya maddi-manevi destek veriyor. Yine de Zara, kariyerinde bir sonraki adımı atma zamanı geldiğini düşünüyor. Bu adım ister yapımcı yardımcılığı olsun ister de başka bir görev. Bu yüzden biraz mutsuz ve öfkeli. Tam bunlar olurken Zara’nın patronu ve annesi bir şekilde tanışıyor ve aralarında bir yakınlaşma oluyor. Bunu bir süre sonra öğrenen Zara annesine çok kızıyor ve “bu ilgi bombardımanına nasıl da kandığını” sorguluyor.
Oldukça basit olan bu olay örgüsü maalesef yine basit bir anlatımla kendini var ediyor. Hikâyede bu üçlüye ek olarak iki kişi daha var ve biraz olsun onlar sayesinde olaylara bakışımız genişleyerek derinleşiyor. Onlardan ilki Zara’nın arkadaşı Eugenie (Liza Koshy) diğeri de Zara’nın babaannesi ve Brook’un hem kayınvalidesi hem de kitaplarının editörü Leila (Kathy Bates). Yaşanan bu “tuhaf” aşkı sadece Zara’nın üzerinden gören seyirci, onun arkadaşıyla dertleşmesi ve babaannesinin öğrendikten sonra verdiği tepkilerle biraz daha normalleştiriyoruz. Hatta babaanne karakteri yer yer neredeyse bir “bilge kadın” figürüne dönüşerek olaylara daha soğukkanlı bakmamızı sağlıyor. Çünkü onun için gelininin kendisinden yaşça küçük bir adamla beraber olması gayet normal bir durum.
Romantik Komedi Değil Cinsel Gerilim Hiç Değil
Olayların akışında yukarıda da dediğim gibi oldukça sıkıcı bir hal var. Filmin neredeyse tam ortasında yaşanan ilk yakınlaşmadan sonra bir daha neredeyse hiç yakınlaşma görmüyoruz. Birkaç kaçamak öpüşmeden başka hiçbir yakınlaşmanın olmaması Zara’nın bu kadar tepki vermesinin yanında oldukça sönük bir ilişki gibi kalıyor.
Yer yer cinsel gerilime varacak kadar cesur sahneler olsa belki Zara’ya hak verebileceğiz ama bu da olmuyor. Hele bir de yukarıda saydığım iki karakterin de hikâyeye entegre olmasıyla beraber tüm bu olanları tetikleyen aşk, oldukça sönük kalıyor.
Basit Ama İstikrarlı İşleyen Bir Teknik
Bu tekdüze ve sürprizi olmayan olaylar silsilesini teknik olarak da yükselten şeyler oldukça sınırlı. Yine de bazı iyi düşünülmüş fikirler yok değil. Yine tüm bu olayları tetikleyen yakınlaşma sahnelerinden devam edelim. İlk yakınlaşmanın olduğu koltukta başlayan ve yatakta devam eden Brook-Chris yakınlaşmasında kamera oldukça karakterlere yakın. Bu bizim şüphesiz karakterlerle özdeşleşmemizi sağlıyor. Bir süre sonra patronunu ve annesini bu şekilde görecek Zara sahneye girdiğinde ise kamera çiftimize oldukça uzak bir noktada konumlanıyor. Bu kez belki çiftimize yabancılaşmıyoruz ama Zara ile özdeşleşiyoruz. Buna benzer bir sahne de filmin ikinci yarısında var. Siyahlar içindeki Chris ile beyazlar içindeki Brook dışarıda bir mekânda öpüşmeye kalktıklarında yine Zara’ya yakalanıyorlar ve kamera yine uzakta konumlanıyor.
Görüntü yönetmenliğini Don Burgess’in yaptığı filmde, tıpkı olayların tekdüzeliği gibi tekdüze bir kamera kullanımı var. Bu kadar karakter ile özdeşleşmeyi gerektiren bir filmde, örneğin omuz üstü kamera kullanımının neredeyse hiç olmaması şaşırtıcı.
Filmde dikkatimi çeken detaylardan birisi de müzik kullanımı oldu. Çok fazla olmasa da birkaç yerde müzik kullanan ve bunu diegetic (sahnede kaynağı belli müzik) olarak kullandığını görüyoruz. Örneğin Chris’in arabada dinlediği Cher’in “Believe” şarkısı ya da Brook’un Chris ile ilk tanıştığı ev sahnesinde Blondie’nin “Dreaming” şarkısının tercih edilmesi herhalde tesadüf değil. Tesadüf olsa bile bunu non-diegetic (kaynağı sahnede olmayan müzik) şeklinde değil de diegetic olarak kullanması asla tesadüf değil. Yönetmen yine burada da müzikler üzerinden hikâyeye yön veriyor.
Vasat Olsa Bile Kötü Değil
A Family Affair, iyi romantik komedilerin olduğu bir yılın ortasında hayatımıza girmiş ortalama bir film. Çok beğenmesem de kötü demeye de elim varmıyor. Ne yazık ki vasat bir film olarak hafızalarımda yer edinecek. Netflix’in romantik komedi filmlerinin içinde nasıl bir yerde kestiremiyorum.
Tüm bunlara rağmen izle-eğlen mantığıyla izlenebilecek bir film A Family Affair. Ben sevemesem de romantik komedi izlemeyi sevenlerin seveceğini düşünüyorum.
Can Ahmet Çelik‘ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar