Wenders Sineması Üzerine
Wim Wenders artık 78 yaşında. Onu yönettiği Perfect Days filmine getirene kadar 56 yılını verdi sinemaya. Yarım asırdan fazla. Paris, Texas (1984), Wings of Desire (1987) gibi başyapıtlarla tanıyoruz Alman sinemasının önde gelen isimlerinden olan Wenders‘ı.
Yarattığı karakterlerin soğuk görünümü, bizi filmleri başlarken endişelendirse bile bağ kurdurmayı iyi bilir. Zira o yüzlerden ve seslerden çok içerdeki duygulara odaklanır ve buna göre hikayeler yazar. Harry Dean Stanton‘ın Paris, Texas‘taki karakterini hatırlayalım.
Paris, Texas hiçbir şekilde eskimiyor ve değerini koruyor. Yaşattığı hisler, hikayesinin içinde bulundurduğu hüzün izleneceği her bir yaş için daha çok anlam kazanıyor. Stanton’ın Travis’i gerçekten yaşaması ve hissetmesi filmi daha da yukarılara çıkarıyor. Wenders ise hep güzel! pic.twitter.com/b9wb5yKZsM
— Umut (@umutheatre) May 19, 2019
Kaybettiği şeylerin üzerine kendini kaybetmiş ve yollara düşmüş bir adam. Artık soğuk, kaskatı kesilmiş. Arıyor ve arıyor. İçindeki çocuğu yaşatan kadını ve tek aşkını. İşte Wenders bize sineması boyunca neredeyse hep böyle karakterler izletti. Bir de onun belgesellerdeki ustalığı ve şehirlere olan hakimiyeti vardır ki bu film özelinde yazıda genellikle bunlar üzerinden ilerleyeceğiz.
Koji Yakusko ile Huzur
Perfect Days Tokyo’da tuvalet temizleyicisi olarak sürdürdüğü basit hayatından son derece memnun görünen Hirayama’nın beklenmedik karşılaşmalar ile yavaş yavaş geçmişine dair daha fazla detayın gün yüzüne çıkmasını anlatıyor.
Hikayeye giriş için uzun süre harcayan Wenders, Perfect Days’i kısa film olarak tasarlasa çok daha etkileyici olabilirdi. Film ancak 1. saatinden sonra hikayesini anlatmaya başlıyor. Koji Yakusko ise yılın belki de tek ve en huzur verici performanslarından birini sunuyor bizlere.
Hirayama tıpkı Travis gibi geçmişinden uzaklaşmış, ondan kaçmış bir karakter. Neredeyse hiç konuşmaz ve cevaplarını gözleriyle verir. Bu durum ilk başlarda rahatsız edici gelse de sonunda cevapları bir bir alıyoruz. Wenders yine iyi bir karakter yaratıyor lakin Yakusko, Hirayama’yı onun sinemasında daha farklı bir yere taşıyor.
Şehrin Hafızası ve Müziğin Gücü
Çoğu filminin adında bile şehirlerin bulunduğu Wenders, bizi Perfect Days ile bu sefer Tokyo’da ağırlıyor. Şehirlerin hafızalarını karakterlerinin omuzlarına yükleyen usta, yine bu işi başarıyla yapıyor. Görüntü yönetmeni Frans Lustig de Tokyo’ya yağan son yağmur damlasına ve iklim geçişlerine kadar her şeyi hissetirmeyi başarıyor.
Perfect Days, şehrin hafızası ve görüntüler ile birlikte Yakusko‘nun performansıyla öne çıkıyor. Hikayesi tüm bunların yanında maalesef biraz yavan kalıyor. Ki bunun sebebi de direkt karakterin kişilik özelliklerinden kaynaklanıyor. Bu durum da film için maalesef bir paradoksa dönüşüyor.
Filmin başlangıcından sonuna kadar kullanılan müzikler ise Perfect Days‘in en güçlü olduğu başka bir detay. IKSV’ye şarkıların sözlerini de çevirip filmin arasına yerleştirdiği için de özellikle teşekkür etmeliyim. Zira beni tüm bu olumlu ve olumsuz durumların yanında en çok müzikler keyiflendirdi. Hirayama, minübüsünde her şarkı açtığında yanındaki koltukta olmak istedim.
Sözün Özü
Wim Wenders sinemasında yerini alan Perfect Days onun son dönemlerindeki başarısız filmlerine nazaran daha öne çıkıyor. Filmografisinde şehir şehir dolaşmış, olağanüstü karakterler yaratmış bir yönetmen. Wenders bu filmde daha önce deneyip başardığı her şeyi bir araya getirmiş. Ve ortaya yine naif bir melodram çıkarmış.
Koji Yakusko‘nun huzur verici karakter performansı, çalınan müzikler ve Tokyo’nun eşsiz atmosferiyle Perfect Days kesinlikle görülmeye değer bir film.
Daha iyi filmlerde sinemada görüşmek üzere.
Umut Tiryaki‘nin diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Comments