Oscar ödüllü oyuncular Anthony Hopkins ve Olivia Colman’ın baş rollerini üstlendiği ”The Father”, Zeller‘ın kendi oyunu “Le Père”den uyarlama. Yaşlı bir baba ve ona bakan kızının hayatına odaklanan film; yaşı ve hastalığı sebebiyle hayatına ait kararları alamayan bir adamın yaşamındaki komik ve çekici, ardından canavarca ve korkutucu, sonunda duygusal şeffaflığıyla karşımıza çıkarken kızının bu inişli çıkışlı çıkmazlara karşı tutumunu görüyoruz.
THE FATHER: Tiyatral soluğun sinematik perdeye dönüştüğü muhteşem uyarlama.
The Father; hafıza yürütücü işlevlerinin kayboluşuna dair durumu klinik bir vaka olarak ele almak yerine, baba-kız ilişkisi ekseninde ve hafızanın yitimiyle gelen çeşitli konulardaki unutkanlık, motor becerilerinin azalması, olay, durum, mekan, tarihleri karıştırma gibi durumları oldukça zeki ve yenilikçi hamlelerle, tekrara ve bayağılığa düşmeden aktarıyor. Belleğin tekinsizliğinden doğan yabancılık, yabancı tehdidi, şüphe, paranoya gibi temel motifleri de hastalığın ilerleyen süreçlerinde aşama aşama işlemek yerine tüm filme yayılan kesintisiz bir paranoya, güvensizlik ve kaybolmuşluk hissi içinde izleyiciye aktarıyor. Şu söz yürek yaralayan cinsten bir etki bırakıyor:
“Gözlerinde gördüm, kim olduğumu bilmiyordu sanki ona yabancıydım.”
Akıllı, içten ve etkileyici olan film, olağanüstü bir ilk yönetmenlik deneyimi. Florian Zeller ilk uzun metrajlı filminde, özgün ve kendinden emin ustaca bir film ortaya koyuyor. Yönetmen tam olarak “demans hakkında bir film” yapmıyor; demanstan muzdarip bir hastanın öznel bakış açısını yakalamak ve bu hastalığın üzücü ve ürkütücü gerçekliğini son derece sürükleyici bir şekilde aktararak başarılı bir yönetmenlik ortaya koyuyor. Düşüncenin durduğu, yenilerinin asla gelişmediği ve zihnin yavaş yavaş, düzenli bir şekilde varlığını kaybetmesiyle daha önce kişiyi tanımlayan çoğu şey artık yok olmaya yüz tutuyor. Film bize oyuncularla kafamızı karıştıracak şekilde kurgulanmış bu durum temponun artmasını sağlarken gerilim hissiyatını doğru şekilde veriyor. Sürükleyici ve bir o kadar etkili performanslarla birlikte diyalog ağırlıklı bir film izliyoruz.
Hassas kurgu, etkileyici oyunculuklar ve kullanılan sinematik dilin filmle birleşmesi sayesinde hem gerçek hem hayali olan belirsiz bir atmosferin içinde nefesimizin zaman zaman derinden alıp vermemizi sağlayan bir yolculuğa çıkarken yönetmenin, hastalığı içinde yaşadığı korkunç ruh halini beklenmedik şoklarla karşılaşması ve bu durumu bir başkasına anlatmanın zorluğunu ustaca sunduğunu görüyoruz. Senaryo, izleyiciye zihnini yavaş yavaş kaybeden adamın durumunu aktarırken bıraktığı boşluklar sayesinde empati duygusunu da iliklerimize kadar yaşamamızı sağlıyor. Şu söz bunun hakkını veriyor:
“Filmler empati üreten bir makine gibidir.”
Roger Ebert
Yönetmenin oluşturduğu dil, kafa karışıklığını etkili kullanması ve inanılmaz bir duygu yelpazesiyle yürek parçalayıcı oluşturması, hasta birinin dünyayı nasıl görebileceğini ve neler hissettiğini mükemmel bir oyunculuk performansı ile gösteren Hopkins, derin bir insanlık yayan katmanlı, doğal ve duygusal bir performans gösteriyor. İster kırılganlık, ister korku, acı veya inat olsun… karakterinin kişiliğinin her katmanını inanılır bir şekilde canlandırıyor. Bu performansıyla da Oscar’da ”Kuzuların Sessizliği”nden tam 30 yıl sonra tekrardan En İyi Erkek Oyuncu ödülünü de kazandı zaten.
Filmde yaşanılan olaylar; ”Acaba bu gerçek mi?”, ”Adamın kafasında bulunanlar bazı yaşanmışlıklar mı ya da bizim düşünmemizi sağlamak için yapılan bir kurgu mu?” diye düşündürürken Hopkins’in devleşen performansının yanında Colman; üzüntü, suçluluk, aşk ve kafa karışıklığı duygularının yüzüne sirayet etmiş çaresizliğin acısını, harikulade gösteriyor.
Kısacası The Father, sinemanın olanaklarını zekice kullanan samimi, dürüst, hassas ve duygusal olarak yıkıcı final etkisiyle, akıllarda ve sinema tarihinde unutulmayacaklar arasına giriyor.
Yorumlar