Nomadland, 2020 yılına ait izleyemediğim tek filmdi. Katıldığı her festivalde ödül alması, üstüne Oscar kazanması filme olan merakımı perçinlemişti. Fakat fırsatını bulduğumda izlediğim film, ne kadar iyi niyetli olsa da ilaçtan beter uyku getiren bir meditasyon çeşidiydi. İzlerken böylesine sıkıldığım çok az film vardır. Bu sıkıcılık başyapıtını çeken yönetmenin bir Marvel filmi yöneteceğini duyduğumda oldukça şaşırdım. Terrance Malick’i örnek alan bir yönetmenin süper kahraman çekmesi kadar ironik bir şey olmasa gerek. Öteki Sinema’ya yazdığım film eleştirimi şu cümlelerle kapatmıştım.
Anlatım tarzı ile beni siesta yapmaya sürükleyen yönetmenin nasıl bir süper kahraman filmi hazırladığını gerçekten merak ediyorum. Yine Malick sinemasına özendiyse ya yapılmış en sıkıcı süper kahraman filmine imza atacak ya da bu alanda bir devrim yapacak.
Devrim yaptı mı? Sanmıyorum. Ama bir öncü olması muhtemel. Tabii ki düşündüğümden çok daha hareketli bir filme imza atmış olsa da serinin geri kalan 25 filmine kıyasla bambaşka bir yaklaşıma imza attığı aşikar. Gerek yönetmenlik olarak gerek senaryo yaklaşımı olarak Eternals, bambaşka bir Marvel filmi; süper kahraman dünyasında aranan felsefik yaklaşımı sunmayı başaran nadir örneklerden biri.
Kısaca konusuna değinelim… Celestial olarak bilinen devasa uzay varlığı, Eternal olarak bilinen ve süper güçleri olan varlıkları dünyaya gönderir. Bu varlıkların amacı, dünyalı varlıkların, yani biz insanların medeniyete kavuşmasını sağlamak ve medeniyetin önündeki en büyük engel olan Deviant denen yaratıkların yok edildiğinden emin olmak. Fakat Eternal’ler, görevlerini tamamlasa da bir türlü geri çağırılmazlar. Onlar da geçen yüzlerce yıl içerisinde hayata uyum sağlar, toplumun -olabildiğince- bir parçası olurlar.
Sosyal medyada sıklıkla söylediğim ve Watchmen üzerinden de sürekli pekiştirmeye çalıştığım yeni süper kahraman modelinin en güzel örneklerinden biri Eternals. Watchmen, The Boys ve biraz da olsa son Marvel filmi Black Widow, karakterlerinin süper güçlerine değil, süper sorunlarına odaklanarak, güç içerisinde debelenen karakterleri yansıtıyor. Hepsi, süper güçleri olsa da özünde insan olmanın ve sahip oldukları duyguların başlarına açtığı problemlerin üstüne odaklanıyor. Eternals ise konuyu biraz daha genişletip Darvinist bir yaklaşım sunuyor. Ki bu konuyu da kısa süresine rağmen bence gayet iyi işliyor.
Son yılların en meşhur konularından biri de dünyaya gelen dünya dışı varlığın, insan denen varlığa aşık olması. Galaksiler arası milyonlarca hayat olmasına rağmen hiçbirinde hayat, bizimkisi kadar şıkır şıkır değil. Thor, Captain Marvel, Superman ve daha birçoğu… Bir misyon ya da ön yargıyla dünyamıza gelseler de en sonunda hayata alışıyor ve yaşamın bir parçası oluyorlar. Doğuştan avantajları olan güçlerini de hayatlarını ilerletmekte kullanarak keyifli bir ömür sürüyorlar. Fakat Eternal’ler, diğerlerinden farklı olarak gereğinden fazla dünyada kalıyor. Orta dünyalı Elfler gibi yüzlerce yıl yaşayıp, neredeyse her şeye tanık oluyorlar. En iğrenç günlerden, en görkemli anlara kadar her şeyi deneyimliyorlar.
Ve bu uzun zaman onların kafasını oldukça karıştırıyor. Çünkü zaman, zamanla oluşan düşüncelerinin pekişmesine yardımcı oluyor. Bu süreçte de ne kadar aynı misyon için birleşmiş olsalar da hepsi farklı düşüncelere sahip oluyorlar. İşte bu çatışma da filmde bence abartısız bir şekilde, Zhao’nun mistik kamera hareketleri ile oldukça doyurucu bir şekilde veriliyor. Her karaktere tek tek paragraf açamayacak olsam da hepsinin düşünceleri ve evrene insana yaklaşımı bence çok değerli.
Sersei, aralarında insanlara en fazla adapte olan isim. Ekibin süper güç olarak en zayıfı olması, onu daha bir insan kılıyor ve onları daha iyi anlamasını sağlıyor. Öte yandan Sprite, aralarında en topluma uyum sağlayamayan olsa da içinde sakladığı duygular onu zamanla ele veriyor. Bedeni küçük bir çocuk olarak kalmasa aslında Sersei’den bile çok toplumun parçası olabilecekken yaratıcısının koyduğu engeli kafasında bir türlü aşamıyor. İronik olan da şu ki, istediği şekle girme imkanı olmasına rağmen, içten içe özünü biliyor olması onun hep mutsuz olmasını sağlıyor.
Phastos’un insanlıktan ümidi kestikten sonra ufak bir insan sayesinde tüm insanlığa karşı umudunu geri kazanması, Kingo’nun tarih boyunca yaşadığı onca şeyi filmler vasıtasıyla anlatma çabası, Gilgamesh ve Thena’nın dostlukları izlemeye değer keyifli anlar barındırıyor. Fakat Druig… Druig bambaşka bir konu. Druig, bizim evrenimize çok farklı yaklaşıyor. Onun hayalindeki dünya Matrix’teki Mimar’ın ilk düzaynı gibi, tamamen ütopik, kavganın ve gürültünün olmadığı gürültüsüz bir evren. Bir cennet tasarımı. Halbuki yaşadığımız gezegeni özel kılan şey, zıtlıklardır. Bu zıtlıklar olmasa, iyinin anlamı olmazdı. İyiyi güzel kılan şey kötüyü istemememizdir. Yine de Druig’e hak vermemek elde değil. Tarih, saymakla bitmeyecek korkunçluklar ile dolu. 80 yıllık kısa ömrümde iyiliği ve kötülüğü gerekli bir karşıtlık olarak görsem de 5 bin yıllık bir varlığın kötülüğe doymuş olması kuvvetle muhtemel.
Marvel filmleri, ağırlıklı olarak finalde kötü adamla karşılaşılan bir merdiven görevi görür. Kötü adam ortaya çıkar, karakterler görevi devralır, savaşırlar, yenilirler, bir daha savaşırlar ve kazanırlar. Bu algı artık yavaş yavaş kırılıyor, farkındayım. Eternals da bu algıyı baştan aşağı değiştirecek gibi. Hem Zhao’nun yönetmenliği hem de filmin tercih ettiği hikaye anlatımı gelecekte sıklıkla kullanılacak. Kullanılmalı da. Film, çizgi romana tam olarak sadık kalmamasına rağmen benim gibi romanı bilmeyen için rahatsız edici değil. Ana karakterlerin erkekten kadına dönüştürülmesi ise çok temiz bir şekilde yedirilmiş. Film içerisinde birçok detay olmasına rağmen hiçbirinin göze sokulurcasına verildiğini düşünmüyorum.
Watchmen’ın sevmemin ana sebebi, felsefesiydi. Aksiyon zaten artık herkesin yapabildiği bir şey. Ama karakter derinliğini maalesef her film veremiyor. Eternals, kötü adamla mücadeleden çok kendi iç çatışmaları olan Eternal’lerin hikayesini anlatıyor. Güce ve kutsal bir hayata sahip olmalarına rağmen dertlere sahip olmaları, benim gibi evrene hiçbir etkisi olmayan birini hep etkilemiştir. Eternals, bu derinliği baştan sona en iyi şekilde veriyor.
Çok az teknik kısımlara da değinmek istiyorum. Özellikle Makkari’nin sahnelerini inanılmaz derecede beğendiğimi söylemem gerek. Flash ve Peter Maximoff karakterleri, ekranların en hızlı karakterleriydi fakat Makkari’nin gücünü kullanma şekli ve hızı büyüleyiciydi. Film, aksiyon anlamında üst düzey bir iş olmasa da görsel efekt adına oldukça temiz bir iş. Uzunluğuna rağmen film hiçbir noktasında sırıtmıyor.
Sözün özü… Eternals, salt aksiyon üzerine kurulu olmayan, karakterlerinin duygularına ve iç çatışmalarına odaklanan, Zhao’nun kamerasıyla oldukça ilginç ve ileride özenilebilecek bir noktaya ulaşan oldukça başarılı bir film. Kötü adama karşı savaşan süper kahramanlar görmek isteyen Marvel hayranlarını üzecek olan film benim gibi derinlik arayanlara altın değerinde. Son olarak da Kit Harrington’a değinmem gerek. Game of Thrones sonrası kısa bir inzivaya çekilen aktörü Marvel belli ki değerlendirecek. Kendisinin ciddi bir kitlesi olduğu aşikar. Anlaşılan o ki gelecekte Black Knight olarak karşımıza çıkacak. Ama solo film ama yan karakter bir şekilde Marvel evreninin önemli parçalarından biri olacak gibi. Kim bilir. Önümüzdeki filmlerde bile onla karşılaşma ihtimalimiz olabilir.
Yorumlar