Türkiye’nin En İyi Konsept Film Festivali
Her yıl “Herkes İçin Adalet” sloganıyla seyirci karşısına çıkan Suç ve Ceza Film Festivali, Dünya festivallerinin en seçkin örnekleriyle dolu programıyla adeta gizli hazine keşfetme seçkisi olarak yılın sonunu renklendiriyor. Bu yıl da çok önemli filmlerle karşımıza çıkarken, yönetmenli gösterimlerin de normal yıllardan fazla olması ayrıca sevindirici bir gelişmeydi. Bu harika festivalde izlediğimiz filmlerin kısa kısa değerlendirmelerini ise bu yazıda bulabilirsiniz.
Altın Terazi Yarışmasında Nitelikli Filmler
Les Fantomes
Suriye’deki savaş ertesinde bu travmayla yüzleşen insanların hayata tutunmak adına savaş suçlularını avlama misyonuyla kendilerini iyileştirme hikayesini anlatan Les Fantomes yani ”Hayaletler”, yönetmen Jonathan Millet’in sıradanlıktan kaçmak adına bir ajan filmi normlarında karşımıza çıkıyordu.
Savaş sonrası travması genelde filmlerde mülteci dramı olarak işlenirken, bu film casusluk filmlerinde yer alan takip sahneleri, gizli belge paylaşımları ve gizliliğe önem veren telaşsız tavrıyla bir anlamda Coppola’nın The Conversation’ını hatırlatıyordu. Ana karakterinin gelgitli yapısı ve savaş suçlusu olarak öne sürülen kişinin profilinin gerçek mi, yoksa takıntı mı ikilemi üzerine oturtulan gerilimi ise filme lezzet katmayı başarıyordu. Bu yılın seçkisinde hem janr olarak, hem de kalite anlamında öne çıkan filmlerden biri olmayı başardı.
L’histoire de Souleymane
Türkçe adıyla Süleyman’ın Hikayesi, Cannes’ın önemli yan bölümlerinden biri olan Belirli Bir Bakış seçkisinden en iyi erkek oyuncu ödülüyle dönmüştü. Afrikalı bir göçmen hikayesini tempolu bir şekilde yaşadığı zorlukları zamanla yarıştırarak hayatta kalma oyununa çeviren yapım, teknik anlamda seyirciyi canlı tutan üslubuyla kendini seyir bakımından doygun tutmayı beceriyordu.
Günümüzün modern köleliği kuryelik üzerinden senaryosunu şekillendiren yapım, ana karakterinin günlerini nasıl geçirdiği ve bir göçmenin nasıl yaşadığına dair önemli belgeler sunuyordu. Finalinde de ana karakterin bunca zorluğa rağmen direnişinin temelindeki travmaları yalın bir şekilde sunarak filmi noktalamayı başarıyor. Filmin bu kadar olumlu özelliğine rağmen göçmen filmleri anlamında klişeleşmekten öteye gidememesi handikap olarak yorumlanabilir.
Santosh
Kast sisteminden doğan ayrımcılık, yozlaşmış polisler ve kadın düşmanlığı gibi konuları senaryosunda başarılı bir şekilde işleyen Santosh, bir Hint filminden beklenmeyecek kadar soğukkanlı yönetmenliğiyle takdiri hak ederken, toplumsal çarpıklıkları cesurca ele almayı beceriyordu. Bir kadının polis teşkilatındaki yerinin sorgulanması ve toplum içinde kadın olmasından dolayı değersizleştirilmesi, günümüzde hala bir sorun olarak ele alınmas yüz kızartan bir durum olarak maalesef gerçekliğini koruyor.
Polisiye anlamda çok karmaşıklaşmadan ve finalini saklayarak giderek yapısı filmin seyir zevkini yükselten etmenlerin başında olarak özetlenebilir. Yan karakter olarak filmde olsa da adeta rol çalan Sunita Rajwar, rolünde döktürerek filmin içinde gösterişli bir profil sunmayı başarıyordu. Ana karakterin toy bir karakter olarak konumlandırılması sebebiyle başrol oyuncusunun tam öne çıkamadığını söyleyebiliriz. Yine de buna rağmen sade şekilde görevini yapıyordu. Bir cinayet üzerinden çürümüşlüğün portresini sunan Santosh, bu yılın gizli hazinelerinden biriydi desek yalan söylemeyiz.
Adalet Terazisi’nde Dünya Sinemasından Örnekler
The Antique
İlk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan Antika, tamamı Rusya’da geçen bir Gürcü filmi olarak ilginç bir konuya sahip diyebiliriz. Yaşlı Rus bir adamın kendisiyle birlikte evini satılığa çıkarır. Ancak bu adam huysuz, kuralcı ve yer yer de fazla paranoyak sinir bozucu bir tiptir. Bir antika deposunda çalışan Medea adında kadının bu adamın evini satın almasıyla beraber gelişen dostlukları ve hayatın içinde geçinmeleri üzerine yer yer mizahi anlar barındıran ilginç bir filmdi. Tarihsel olaylardan yararlanılan senaryosunda Gürcü halkının Osetya olayları yüzünden sınırdışı edilmesi hikayesi, bir dostluk hikayesinin içine yedirilerek dolaylı yoldan drama göz kırpan bir filme dönüşmüş.
Filmin merkezindeki eski evin, adeta filmin başrolü gibi kendini konumlaması ve filmdeki her karakterin geçmiş çocukluk travmalarından beslenerek sorunlu bireylere dönüşmesi analizi filmin senaryosunun çoğunluğunu kaplayan bir özellik olarak akılda kalıyor. Ancak filmin bu anlamda bu analizlere fazla yer vermesi filmin hantallaşmasını engelleyemiyor. Özgün sinematografisi sayesinde seyircisini Rus sinemasını andıran kadrajlarıyla ilgi çekmeyi de başarıyordu. Yaşlı karakteri oynayan oyuncu Sergey Dreiden filmin en etkileyici performansına sahip kişisi diyebiliriz.
The Traitor
İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında tarafsız kaldığı halde işgal edilmek üzere olan İsviçre ve fakirliğin ele geçirdiği hayatların ümit edebilmek, hayal kurabilmek ile vatanın birliği arasında sıkışan kararları… Ana karakterinin bu karmaşa arasında şarkıcı olma hayalleri kurması ve elini neye değdirse mahvetmesinin melodramı, açıkçası yer yer teatral bir kimliğe bürünüyor. Bazı anlarda inandırıcılığı üzerine düşünüyoruz. Sonuç olarak insanın karanlık tarafa geçme kararsızlığı filmin odak konusu olarak dikkat çekiyor. Bu yılın seçkisindeki beklentileri pek karşılamayan filmi oldu diyebiliriz.
Dwelling Among the Gods
Savaştan kaçan kardeşini arayan bir Afgan kadın ve geleneksel ritüeller arasında sıkışan hayatların hikayesini anlatan film, toplumsal gerçekçiliğin İran soslu yeni temsilcisi diyebiliriz. Ana karakterinin sıkışmışlığı, çekirdek ailesi ve geride bıraktığı anne – babasının bakış açısı arasında karar vermek zorunda bırakılması filmin esas çatışmasını oluşturuyor. Bunun yanı sıra bir Afgan için Sırbistan’da bilinmeyen bir ülkenin içinde bürokrasi savaşı vermenin zorluğu da filmin başka ikilemi olarak önümüze sunuluyor. Ana karakterinin tüm çektiği acıları seyircisine çektirmeye çalışan yapım, tempo olarak sorunlar yaşasa da eli yüzü düzgün filmlerden biriydi denilebilir.
Yapay Zeka Adaleti De Şekillendiriyor
Artificial Justice
İspanya’da yakın gelecekte adalet sisteminin yapay zekanın algoritmasına bırakılması konusunda tartışmalı bir karardan çıkışla karşımıza çıkan senaryo, bu kadar harika yakaladığı çelişkiyi layığıyla seyircisine sunamıyor. Yapay zekayı üreten şirketin içindeki iç çekişmeler ve bir cinayetin sır perdesi arasında sıkışıyor. Çıkış noktasındaki hikayesinin peşinden gitmek yerine suç – polisiye entrikaları arasında ana karakterinin hayatta kalma mücadelesini izlemek zorunda bırakılıyoruz. Karakterlerine derinlik katmak yerine karakterlerinin eylem mekanizması ve adalete bakış açısı açısında bize sunulan gerilim ise bir yere kadar işliyor. Buna rağmen film bittiğinde daha fazlasını vaat ettiğini ama veremediğini görüyoruz. Yine de konusu ilginç olması albeni noktası diyebiliriz.
Dördüncü Kuvvet Direniyor
Just A Couple Of Days
Bir kültür sanat muhabirinin, aktivist bir kadını etkilemek için bir anda insanlık savunuculuğuna soyunması sonucu toplumsal gerçeklerin farkına varıp mülteci sorununa dair bir şeyler yapma sevdası romantik bir dram filmi için fazla ağır bir konu diyebiliriz. Ana karakterinin çapkınlık peşinde koşarken Afgan bir mülteciye bağlanıp aralarında dostluk kurmaları ise bir anda yan hikaye olmaktan çıkıp filmin odak noktası haline geliyor.
Fransa’da belli ki fazla tutacak bir konu olduğu aşikar. Sonuç olarak karşımıza hafif bir mizah sosuyla insanlık dramları ve ülkeler arasında sıkışan göçmenlik sorunları çıkıyor. Yardım kuruluşlarının iç dinamiklerini öğreniyoruz. Gönüllü olarak çalışan bu insanların neler çektiğini anlatması açısından önemli noktalara temas eden film, günün sonunda izlemesi keyifli bir seyir zevki sunuyor. Böylece konuya yabancı kalan insanların da masa altından bilinçlenmesini sağlıyor.
Meeting With Pol Pot
Meeting With Pol Pot gerçek olaylardan yola çıkan bir hikayenin belgesel olarak tasarlanmasından sonra yönetmenin bu konuyu kurmaca olarak ele alsak daha iyi olur düşüncesiyle hayata geçen film; kurmaca olarak tasarlansa da, gerçek görüntüleri kullanarak zaman zaman döku-dramaya göz kırpan üslubuyla farklı bir seyir zevki sunmayı başarıyor. Pol Pot ile Görüşme, bir halkın saf kötülüğe esir düşmesini gazetecilik bakış açısıyla sunarken dönemin gerginliğini iliklerinize kadar hissetmemizi sağlıyor.
Diktatörlüğün dışarıya kendi yalanlarını sunarak, halkı hiçe sayan tavrı ise filmin en büyük gerilimlerinden birini yaratıyor. Çıkışsızlık hissi ve çaresiz Kamboçya halkının hayaletleşerek kaderlerine terk edilmeleri yürek burkuyor. Gazetecilerin görevinin en başta insanlık suçlarını tüm dünyaya yaymak olduğunu kanıtlayan yaratıcı ve başarılı bir dram diyebiliriz. Killing Fields filminde daha epik işlenen konu, bu sefer gerçekliğin tokat etkisi yaratan soğukkanlılığı ile karşımıza çıkıyor. Bu yılın önemli filmlerinden biri olarak not edebiliriz.
Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar