0

Hayat Kadar Gerçek

İyi ile kötü, Yeşilçam sinemasının anlatısında olduğu gibi kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıyor. Öğretici ve destansı hikayelerin mutlak iyileri ve kötüleri günlük yaşantıda karşılaşabileceğimiz insanlar gibi değiller. Hayat karşımıza simsiyah ya da bembeyaz karakterler ile çıkmıyor. Gerçek endişeleri, kendilerince sebepleri, özgün amaçları ve uğraşları olan kişilerle karşılaşıyoruz. Doğru noktadan izlendiğinde herkes haklı ya da haksız ilan edilebiliyor. Red Dead Redemption 2 çıkarları için çevresindekilere zarar verenleri, hırslarına yenilen ve attan düşen liderleri, yozlaşmış ekabilleri, büyük şehirde yok olmuş kralları, doğada kendi kurallarıyla yaşayan çeteleri, baştan başa bir ülkeyi inşa eden emekçileri, anayurdu elinden alınmış yerlileri, özgürlük savaşçıları, fikir önderleri ve emir erleri ile hayat kadar gerçek bir dünyayı önümüze seriyor.

Tüm bu hengamenin içinde doğru ile yanlışı ayırt edemeyen bir adamla tanışıyoruz: hızla ilerleyen ve gelişen bir dünyada ayakta durmaya çalışan biri. Hızla sanayileşen, zenginleşen Amerika’da, pantolon parçalarını rugan ayakkabıların üstünde değil, botların içinde tutan bir avuç gelenekselciden biri. Batının en hızlı silahı, Arthur Morgan. Türünün son örneklerinden, hayatta kalmış son silahşörlerden biri. Yaşadığı tüm haksızlıklara rağmen adaleti layığıyla dağıtan, kimsenin ilk tercihi olmamasına rağmen dostlarına sevgi ile bağlı bir yol arkadaşı. Al Capone’un tersine hiçbir zaman tanrıdan bisiklet istememiş, çaldıkları için de asla af dilememiş bir kanun kaçağı. Ne mutlak kötü, ne de mutlak iyi biri. Doğruları ve yanlışlarıyla gerçek bir kahraman.

Red Dead Redemption 2 İnceleme

Ölümü unutmadığımız sürece yaşamaktan keyif alamayız. Hayatın büyük bir kısmını ölümü inkâr ederek yaşarız. Belli zamanlarda kendini hatırlatır elbet. Ben de varım, buradayım, bu hayatın bir parçasıyım der ve köşesine çekilir. Unuttuğumuz sürece mutlu, unuttuğumuz sürece özgür kalırız. Arthur, son yıllarda eylemlerinin sebeplerini de sonuçlarını da sorgulamaktan vazgeçmişti. Ne ölüm, ne öldürmek üzerine düşünüyordu. Emir alıyor, takip ediyor ve inanıyordu. Sorgusuz sualsiz inanmak için hayatta kalma içgüdülerine, paraya ya da şöhret arzusuna ihtiyacı yoktu, bunları umursamazdı. İnanıyordu çünkü parçası olduğu yalnızca bir çete değil bir aile, bir komündü. Zamanla kaybedilen dostlar, her gün sayısı artan düşmanlar, sürekli ensesinde nefesini hissettiği modern dünya ve en kötüsü hızla yaklaşan ölüm… Tüm bunlar Arthur’u kim olduğu, eylemleri, öyle ya da böyle hayatına dokunup etki ettiği insanlar üzerine düşünmek zorunda bıraktı. Geçmişte yaptıklarından o kadar pişmanlık duyuyordu ki bugünü, bugünkü Arthur’u değiştirmek için her şeyi göze aldı.

Red Dead Redemption 2, tabiatı gereği kaplama kalitesi, yaşayan açık dünyası, görev tasarımı, oynanış ve kontroldeki akıcılığı ile övülecek, “oynayacak oyun bulamadığımız bu dönemde” önerilecek basit bir oyun değil. Yalnızca oyun sektöründe değil, hikaye anlatılan her sanat dalında örnek teşkil edilecek karakter anlatımına sahip, dünya üzerindeki her ruh tarafından tadılması gereken bir güzellik. Bu muazzam eseri siz değerli Arakat okurları için inceledik, keyifli okumalar dileriz.

Red Dead Redemption 2 İnceleme

Nesli Tükenen Kanunsuzlar

Vahşi Amerika, teknoloji ile girdiği savaşta mağlup olup Batı’nın en uç noktalarına geri çekilmişti. Yıllardır süregelen kaos içinde kendi kanunlarıyla yaşayan kalabalıklardan geriye az sayıda silahlı çete kalmıştı. Van Der Linde çetesi, kendilerini asla kanun kaçağı olarak görmeyen, insanın kendine aykırı bulduğu her türlü dayatmadan sıyrılmış, aydınlanmış özgürlük savaşçıları olduklarını düşünen insanlardı. İnsan ile özgürlüğü arasına duvarların giremeyeceğini savunan Van Der Linde üyeleri, ihtiyaç duydukları kadar çalıp, avlayıp, öldüren insanlardı. Ne zaman ki toprak ve hava canlanıp dumanı tüten lokomotif ve dönen makina çarklarının dilinden konuşmaya başladı, işte o zaman büyük vurgunların peşine düştüler. Zamanla düşman dedikleri o dişlilerin, çarkların bir parçası oldular.

Dutch ve yoldaşlarının hikayesine Batı Grizzlies’ın çetin kar fırtınasında dahil olduk. Blackwater’da gerçekleşen başarısız bir soygun girişimi ardından, peşlerindeki kolluk kuvvetlerinden kaçıp dağlara sığınan grubumuz henüz başlarına geleceklerden bir haber, ısınacak bir kamp alanı arıyorlardı. Kontrolleri ilk elime aldığımda, elinde feneriyle at sırtında Arthur’u kontrol etmenin yarattığı heyecanı unutamıyorum. Günümüz teknolojisi ile üretilmiş bir Western hikayesini interaktif olarak deneyimlemek muhteşem hissettirmişti. Oyunun tutorial kısmının geçtiği alan o kadar güzel gözüküyordu ki, çoğu kez ana hikayeyi bir kenara bırakıp, en kalın kıyafetlerimi giyip, o dağlara seyahat ettim. Akarsu kenarında atımı bir ağaca bağlayıp çadırımı kurduktan sonra, ateş başında kendime kahve pişirip içmek bana çoğu 3A oyunun veremediği keyfi veriyordu.

Oyunda silah kullanmayı, at binmeyi, avlanmayı, gizlenmeyi, hırsızlık yapmayı, at üstünde aksiyona girmeyi, kamp alanındaki mekaniklerin bazılarını ve en önemlisi çete içerisindeki hiyerarşiyi bu bölgede öğreniyoruz. Van Der Linde ve dostlarının ezeli düşmanları O’Driscoll Çetesi ile ilk karşılaşmamızı oyunun ilk silahlı aksiyon bölümü takip ediyor. Ezeli düşmanlıktan bahsedildiğinde klasik bir iyi ve kötü arasındaki çatışma olduğunu sanmayın sakın, Arthur’un az sayıdaki dostlarından biri Keiran Duffy, bu sekansta esir aldığımız bir O’Driscoll üyesi.

Bu noktada basit bir çete çatışması üzerinden kurulabilecek bir senaryo bile heyecan veriyorken az ile yetinmeyip oyunda ilerlediğimiz her an kendimize yeni düşmanlar ediniyoruz. Dutch, peşinden gelen insanlar için adeta devrimci bir önderken daima düşmanlar yaratan ve insanlara düşmanlaştıkça kendi korkuları üzerinde hakimiyetini yitiren bir psikopata dönüşüyor. Yalnızca kendi kararları etkisinde dönüşüyor bu kişiye, herhangi bir dış etken olmaksızın, her seferinde verdiği yanlış kararlar, Dutch’ın hikayenin sonunda o güne kadar savaştığımız herkesten daha acımasız ve bencil birine dönüşmesine sebep oluyor.

Bu işleyiş sırasında Van Der Linde çetesinin her bir üyesini yakinen tanıyoruz. Arka planda hikayesi karanlık çok karakter yok Red Dead Redemption‘da. Herkesin nereden geldiği, nereye gittiği, amaçlarının ne olduğu çok basit bir şekilde anlatılıyor.

Red Dead Redemption 2 İnceleme

Van Der Linde Efsanesi

Dutch Van Der Linde, babasını Amerika İç Savaşı’nda, annesini ise genç yaşta hastalıktan kaybetmiş Philadelphialı bir Güney karşıtı. Çocukluk günlerinden beri otorite ve baskıya karşı direnç gösteren Dutch, ebeveynlerinin kaybından sonra Chicago’nun en tanıdık suçlularından biri haline geliyor. 70’lerin ortalarında Hosea ile tanışıp Van Der Linde Çetesini kuruyor. Yardıma ihtiyacı olan herkese yardım eli uzatıp zamanla çetesini büyütüyor ve bir aile yaratıyor.

İlk oyundan tanıyacağınız John Marston, ailesi ile birlikte ekibin bir parçası. Henüz çocuk yaşta başı beladan eksilmeyen, en zor anında Dutch tarafından kurtarılıp yetiştirilen John grubun en eski üyelerinden biri. Hayatı boyu kanun kaçağı olarak yaşayan John’un sorumsuzluğu, Dutch tarafından yetiştirilmiş olmanın getirdiği kuralsızlık sevdası aile kurma konusunda çok büyük sorun teşkil ediyor. John’un hayat arkadaşı Abigail, çok daha olgun fikirli, hayatın sillesini John’a nazaran daha sert yemiş diyebiliriz. Uncle tarafından bulunup çeteye dahil edilene kadar Batının ücra köşelerindeki genelevlerde hayatını kazanan bir yetim.

Çiftin çocukları Jack Marston ise kampın en genç üyesi. Bu üçlü oyunda baştan sona, Dutch’ın kafalarda oluşturduğu cennet yerine gerçekçi fikirleri olan ve hayatta kalma konusunda en çok endişelenen insanlar. Çünkü herkesin yaşadığı hülyanın aksine gerçek bir aile ve gerçek sorumluluklara sahipler. John Marston’ın çetede gerçek sorumlulukları olan tek erkek olduğunu bilmesi ve daima bundan kaçmak için bahaneler arıyor olması, hikaye akışında Abigail ile duygusal olarak daha kuvvetli bağ kurmama sebep oldu. Oyunun ortalarında Jack Marston’ın kısa süreli alıkonulmasına kadar John, etrafında olup bitenlerin ciddiyetini kavramak istemeyen, işe yaramaz bir adamdı benim için. Neyse ki ilk oyunda tanık olduğumuz hikaye ve tanıdığımız ana karakterlerin motivasyonlarını yaratma konusunda yeterli özeni göstermişler. Oyunun başından sonuna (neredeyse her karakterde olduğu gibi) John kesinlikle bambaşka birine dönüştü.

Ekibimizin yaşlı kurdu Hosea, hikayenin merkezinde yer alan bir başka isim. Dutch’ın yanında, yönetimde ikinci sırada yer alıyor. Aralarında yirmi yıllık dostluk ve sağ kol ilişkisi var. Çok ilginçtir ikili, birbirlerini soymaya çalışırken tanışıyorlar. Chicago’nun iki genç hırsızı, zamanla büyüyen Van Der Linde ailesinin kurucu üyeleri oluyorlar. Hosea Matthews, hangi konuda yorum yaparsa yapsın her seferinde haklı çıkan taraf oluyor. Tüm parçalarını özene bezene bir araya getirdiği ailesi gözlerinin önünde günden güne dağılırken, en yakın arkadaşı gün geçtikçe kendini daha çok kaybediyor.

Sadie Adler, oyunun henüz başlarında esir düştüğü O’Driscoll Çetesinin elinden kurtarıyoruz kendisini. İlerleyen zaman içinde kurtarılmak bir yana, ilk başta nasıl yakalanabildi diye şaşırıyor insan. Oyun dünyasında gördüğüm en güçlü karakterlerden birisi. Son derece sabırlı, zor şartlara dirençli, kendine karşı daima inançlı biri Sadie. Eşinin ölümü ardından acısını yaşarken de intikam alırken de hep kendi bildiği yoldan ilerledi. Arthur’un hikayedeki en yakın dostu oldu çünkü dostların ve düşmanların arasında yalnızca Arthur onu kadın olduğu için küçümsemedi. Arthur dışındaki herkese, küçümsemelerinin bedelini ağır ödetti.

Hikayemizin kötü adamı, Micah Bell. Beş eyalette cinayetten aranan Micah Bell’in oğlu, aynı zamanda Micah Bell’in de torunu. Yanlış okumadınız, ailesindeki tüm erkeklerin ismi Micah. Hırsızlık üzerine başlamış bir bar kavgasında tanışıyorlar Dutch’la, iddia edilene göre Dutch Micah’ın hayatını kurtarıyor. Kendisi ve iki altıpatları dışında hiçbir şeyi umursamıyor. Hayatta kalmak için yapamayacağı bir şey, ihanet edemeyeceği kimse yok. Ama yalnızca hayatta kalmak için suç işliyor gibi anlaşılmasın lütfen, Micah Bell kötü biri. Kötülük yapmaktan, insanların canını yakmaktan keyif alıyor.

Ekibin diğer üyeleri; ordudan kovulmuş Bill Williamson, tüm hayatını dışlanarak geçirmiş Afro-Native Charles Smith, Meksikalı devrimci Javier Escuella, usta dolandırıcı Josiah Trelawny, alkol sorunları sebebiyle iş bulamayan sanatçı Karen Jones, babasının katillerini öldürdüğü için aranan genç Lenny Summers, çek-senet işi yapan Leopold Strauss, kumarbaz papaz Orville Swanson, baş belası İrlandalı Sean MacGuire, aşçımız Simon Pierson gibi birbirinden renkli isimler. Bu kalabalık aile ile Batı Grizzlies’ın karlı dağlarından Valentines Kasabası’nın çamurlu sokaklarına, Strawberry’nin hücrelerinden Rhodes’un gizemli ormanlarına, Saint Denis’in fabrika dumanından Annesburg’da tren raylarına vurulan çekicin sesine kadar, yaratılan dünyanın en ince ayrıntılarını tecrübe ediyoruz. Her gittiğimiz yerde nefret edecek birilerini buluyoruz. Huzur bulmak bahanesiyle en iyi bildiğimiz işi yapıyoruz, kaos çıkarmak. Dutch ve çetesi adım attıkları her yere yıkım ve ölüm götürüyorlar.

Red Dead Redemption 2 İnceleme

Batının En Hızlı Silahı

Arthur Morgan’a gelecek olursak, 1863 yılında Lyle ve Beatrice Morgan’ın çocukları olarak dünyaya geliyor. Annesi bilinmeyen sebeplerden hayata gözlerini yuman Arthur, henüz on bir yaşındayken kanun kaçağı babasının idam edilişine şahit oluyor. Babasından geriye yalnızca bir fotoğraf ve Arthur’un asla yanından eksik etmediği siyah deri şapkası kalıyor. 77 yılında henüz gencecik bir delikanlıyken Dutch ve Hosea ile yolları kesişiyor. Genç yaşta ailesini kaybeden Arthur için hemencecik bir baba figürüne dönüşüyorlar. Dutch ile modern dünya ve kanunlar üzerine hemen hemen her görüşleri uyuşuyor. Yalnızca sohbet etmiyorlar elbette, Dutch Arthur’a at binmeyi, yazmayı, silah kullanmayı öğretiyor. Aralarında az yaş farkı olmasına rağmen Dutch’ın Arthur’u evlat gibi görmesinin sebebi bu.

Bu olaylardan kısa bir süre sonra Mary Gillis ile yolları kesişiyor. Oyun içerisinde bir yan görev serisinde tanıklık edeceğimiz Marry ve Arthur aşkı, Arthur’un seçtiği yaşam tarzı yüzünden son buluyor ve asla bir araya gelemiyorlar. 1884 senesinde ekibe John Marston isimli 12 yaşında bir çocuk katılıyor ve Arthur ile kuvvetli bir kardeşlik ilişkisi kuruyorlar.

Arthur ilk büyük soygununu Dutch ve Hosea ile 1887 senesinde gerçekleştiriyor. Bir banka soygunundan 5000$ değerinde altın çalan üçlü, Batı’nın Robin Hoodları olarak parayı yetimhanelere ve fakir muhitlerdeki barakalara dağıtıyorlar.

Aradan seneler geçiyor, Arthur’un yolu Eliza ile kesişiyor. Eliza, Arthur’un devamlı gittiği bardan çalışan genç bir garson. Bu ikili arasında bir aşk yaşanmaya başlıyor ve günün birinde Eliza, Arthur’a hamile olduğunu söylüyor. Oğulları doğduğunda ona Isaac ismini veriyorlar. Arthur babası ile olan ilişkisi, çocukken tanık oldukları sebebiyle oğluyla yakın bir ilişki kuramıyor. Kendisine Isaac sorulduğunda yalnızca “iyi bir çocuktu” diyebiliyor Arthur. Ailesinden yalnızca oyunun ilerleyen bölümlerinde yerlilerin lideri Rains Fall ile ettiği sohbet sırasında bahsediyor.

Arthur bir gün evine döndüğünde eşinin ve çocuğunun kapının önüne serilmiş cesetleri ile karşılaşıyor. Sorumluların peşine düşen Arthur, ailesinin katillerini bulduğunda hayatı boyunca yakasını bırakmayacak acı gerçeği de öğreniyor: yalnızca on dolar için öldürüldüler.

Red Dead Redemption 2 İnceleme

Ölümü Gömdüm, Geliyorum

Arthur Morgan, yaşadığı tüm haksızlıkları zırh gibi kuşanıp, bunları bahane ederek senelerce tanıdığı, güvendiği tek topluluk olan Van Der Linde çetesinin en kirli işlerini yapıyor. Çocuk yaşta tanıştığı; Dutch, Hosea, John ve amca rolünü üstlendiği Jack Marston dışında kimseye bağlanmıyor ve sevgi beslemiyor. Yıllar sonra yakınlık hissettiği tek kişi yuvası gözleri önünde yanıp kül olan ve tıpkı Arthur gibi yeniden başlamak zorunda kalan Sadie Adler oluyor. İyi ve kötüyü ayırt etmeden, yalnızca söyleneni yapan bir adamken zamanla değişenin yalnızca Amerika olmadığını fark ediyor. Eylemlerini ölçüp tartmaya, yaptıklarının doğruluğunu sorgulamaya başladığı esnada işler hepten sarpasarıyor. Sevdikleri dostlarını tek tek kaybetmeye başlayan Van Der Linde Çetesi, kaybettiği her ruh için yüzlercesinin canını yakıyor.

O’Driscoll Çetesiyle savaşırken kendilerine Leviticus Cornwall isimli milyarder bir düşman ediniyorlar, Cornwall ile savaşırken Pinkerton dedektifleri ile çatışıyorlar, dost olmaya çalıştıkları ailelerle kavgaya başlayıp koca bir kasabayı yangın yerine çeviriyorlar. Bu olaylar yaşanırken Arthur hem dostlarının güvenliği, hem Dutch’ın akıl sağlığı hakkında devamlı endişe ederken gün geliyor çok daha büyük bir sorunla karşılaşıyor. Oyunun yarısını biraz geçtiğimizde Arthur üzerindeki kontrolümüzü kaybediyor ve gözümüzü ufak bir muayene odasında açıyoruz. Arthur’un verem olduğunu ve çok az ömrü kaldığını öğrendikten sonra oyuncunun oyuna, Arthur’un olaylara bakışı birden bire netleşiyor. Savaşılacak en büyük düşmanın zaman olduğunu kavrıyoruz.

Arthur’un tek derdi, değer verdiği insanları kalan kısa sürede kurtarmak oluyor. Özellikle John Marston ve ailesinin başlarının beladan kurtulması için büyük çabalar sarf ediyor. Bu arada sürekli yaklaşan ölümünü düşünen Arthur’un, geçmişinden kaynaklı pişmanlıklarını gözlemleyebiliyoruz. Yeniden yolları kesişen Mary ile asla kavuşamayacak olmak, ailesi kabul ettiği insanları bugün geldikleri bu zor ve karmaşık durumda bırakıp gidiyor olmak, medeniyete karşı kaybetmek… Arthur ne zaman kafasını bir yere çevirse, geçmişi sebebiyle ödenecek bir kefarete denk geliyor. Olabildiğince telafi etmek adına elinden geleni yapıyor ama hayat Arthur’un karşısına her seferinde daha ürkütücü hatalar çıkarıyor.

Rockstar Daha İyisini Yapana Kadar

Dediğim gibi Red Dead Redemption 2‘yi mekanikleriyle, oynanışıyla, kaplama kalitesi ve sorunsuz optimizasyonuyla açık dünya dizaynı ile, kısacası işin teknik kısımlarıyla günlerce övülebilir. Fakat bu oyunu defalarca bitiren, hayranlık besleyen insanlara “Red Dead Redemption 2 senin için nedir?” diye sorduğunuzda çok büyük bir kısmından “Muhteşem bir hikayedir” cevabını alacaksınız. Duvar, taş vs. arkasında siper al, kalk , ateş et ve yeniden siper al üzerine kurulu bir oynanışa doyamayıp sürekli yeniden başlayıp bitirmiyor insanlar. Red Dead Redemption 2 biterken hikayesine tanık olduğunuz insanlar öyle bir noktaya geliyor ki yeniden başlayıp bir arada mutlu oldukları anlara tekrar tanık olmak istiyorsunuz.

Arthur gibi bir karakteri yönlendirebilmek, özellikle de Rockstar Games’in fizik motoru bu kadar ayakları yere basan bir dünya yaratmışken, muhteşem bir his. Bu kadar canlı, her an yaşayan ve değişen bir açık dünyada gündüz, öğle, akşam ve gece vakitlerinde özel yazılmış yan etkinliklere tanık olmak inanılmaz keyifliydi. Yazıyı yazarken dayanamadım ve yeniden oynamaya başladım, bu Red Dead Redemption 2 kadar ağır ilerleyen bir oyun için inanılmaz bir başarı. Senelerce eşi benzeri gelmemiş, Rockstar bir sonraki açık dünya oyununu çıkarana kadar da gelmeyecek bir şaheser. Müzikleriyle, seslendirme ekibiyle baştan sona özenle kurgulanmış bir iş. Red Dead Redemption 2 oyun dünyasına adını altın harflerle yazdırmış bir başyapıt.

Mehmet Tezcan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterbox aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Sekiro: Shadows Die Twice: Ejderhanın Mirası

Alan Wake 2: Bir Sam Lake Şaheseri

Yılbaşında İzleyebileceğiniz 6 Film!

Previous article

The Beekeeper: Bölüm Sonu Canavarı Mağdurun Yanında

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply