Transformers One 20 Eylül’de vizyona giriyor. Bumblebee ve Transformers: Rise of the Beasts filmlerinin öncesini anlatan filmde Autobotlar ile Decepticonlar’ın geçmişine odaklanılıyor.
Transformers denince çoğu kişinin aklına Michael Bay‘in filmleri geliyordur. Bir amaç için savaşan devasa robotların, asla neyin peşinde olduklarını anlamadığımız filmler. Bumblebee dışında bunun pek dışına çıkılamasa da Transformers One, bütün serinin aksine ilerleyen bir yapım. Son iki film ile birlikte serinin tarzının daha fazla diyalog üzerine yönelmeye başladığını görmüştük. Transformers One ise bizi hikayenin köklerine götürerek yeni serinin geçmişini anlatıyor.
Filmden ilk fragmanlar geldiğinde pek hoşuma gitmemişti. Her ne kadar Michael Bay‘in filmlerinin çizgi romanlar ve çizgi filmlerin yarısı bile etmediğini düşünsem de sevmediğimi söyleyemem. Daha çocukken ilk defa izlediğimde yarattığı kaosu görünce bir yandan dehşete düşmüş, diğer yandan ise oldukça etkilenmiştim. Transformers One ise bu dehşeti tamamen rafa kaldırarak Optimus ve Megatron’un hikayesini daha eğlenceli bir şekilde ele alıyor. Hatta bu defa koca koca efektler yerine tüm bunlara bir animasyon filminde tanık oluyoruz.
Filmi iki elden ele almak gerekirse, geek tarafım filmden bazı kısımlarda rahatsız olsa da, film sever tarafım buna tamamen bayıldı. Hikayeye odaklanmak gerekirse, her zaman olduğundan daha fazlası olduğunu hayal eden Orion Pax ile elindekileri yeterli bulan D-16’nın hikayesine tanık oluyoruz. Cybertron’un madenlerinde çalışan düşük kademe robotlar olan ikili, geleceklerinin aksine oldukça yakın iki arkadaş olarak hikayeye başlıyorlar. İkili arasındaki ilişki özellikle Marvel filmlerini andıran bir şekilde yansıtılıyor. Orion Pax’in daha cıvık, D-16’nın ise daha ciddi oluşu, hikayenin ilerleyişi için karakter gelişimleri açısından belli açılardan doğru bir tercih.
Evrenin Politikası
Filmin en hoşuma giden noktalarından biri ise Cybertron’u animasyon da olsa beyaz perdede kanlı canlı görebilmek oldu. Her zaman bahsi geçen ama hiçbir zaman içine giremediğimiz, yüzeysel kalan bir anlatıydı. Kendi kendine yetmekte zorlanan evrenin yaşamını sürdürebilmesi için durmaksızın çalışan robotların anlatısı, günümüz dünyasına pek de uzak değil aslında. Dönüşüm dişleri bulunan ve bulunmayan olarak ayrılan robotların sınıfsal olarak birbirleriyle çatışması, üzerine bu konuyu seyirciye tekrar tekrar anlatması gezegeni anlamamız için çok önemliydi.
Evreni bu kadar rahat anlatabilmesinin bir sebebi de aslında henüz tarafların tam olarak ayrılmamış olması. Michael Bay filmlerinin ve son çıkanların aksine, henüz Autobotlar ve Decepticonlar olarak gezegen ikiye bölünmemiş durumda. Hoş, her ne kadar iki taraf olduğunu bilsek de bugüne kadar hikayeyi neredeyse her zaman Autobotlar’ın gözünden izlemiştik. Aslında bu filmin, hikayenin orijinaline sadık kalamadığı nokta yine bu kısım oluyor. Her işte şöyle bir kitle vardır ya: ‘kötü adamın da şu sebepleri var ama’, işte Megatron çizgi romanlarda belki de bu sözü söyleyebileceğimiz karakterlerden biri.
Ama ne yazık ki yine diğer filmlerin ötesine geçemiyor ve Megatron’u, öfkesine yenik düşen, gücü bulduğu gibi yozlaşan bir karakter olarak gösteriyor. Orion Pax için ise bunu söyleyemeyeceğim. Deyim yerindeyse fırlama bir karakter olarak başlayan Orion’un, zaman ilerledikçe ağırbaşlı bir lidere dönüşecek olmasını bilmek, oldukça tatmin edici bir gelişim olarak görünüyor. Filmdeki diğer iki ana karakterimiz, Elita ve B-127 ise izlemesi oldukça keyifli iki karakterdi. Hikayenin doğru yerlerinde doğru yükleri alıyor. Elita, ciddileşmesi gerektiğinde ortamı ciddileştiriyor, B-127 ise doğru noktalarda esprilerini yapıyor.
Yılın En İyi Animasyon Filmlerinden Biri
Filmin temposu ve hikayesi ise oldukça sürükleyici. Transformers One hiçbir noktada sıkılmanıza izin vermiyor. Bir aksiyon sahnesi ya da önemli bir diyaloğu mutlaka araya sıkıştırıyor. Hikayesinin de aslında birkaç şaşırtmaca diyebileceğimiz kısmının bulunmasıyla derin olduğunu söyleyebilirim. Sadece belli noktalarda ‘Çok cıvımadık mı artık?’ sorusu aklıma gelse de pek üzerinde durulan kısımlar olmuyor ve temponun içerisinde akıp gidiyor. Evrimleşme ve dönüşüm sahneleri de bir o kadar etkileyici.. Gerek karakterlerin verdiği tepkiler, gerekse görsel açıdan izleyiciyi oldukça tatmin ediyor.
Transformers One, yukarıda bahsettiğim gibi oldukça iyi görünüyor. Filmin yönetmeni Josh Cooley‘in söylediğine göre, karakterleri tasarlarken konsept çizimlerin birebir yansıtılması üzerinde bolca çalışma yapılmış. Seksenlerdeki çizgi filmden esintiler göstermek için ILM kullanmaları da filmin görüntü ve ışıklandırma kalitesini daha da güzelleştiriyor. Seslendirme kadrosu ise filmi güzelleştiren diğer detaylardan biri kesinlikle. Chris Hemsworth, Scarlett Johansson, Jon Hamm ve Laurence Fishburne gibi usta isimleri kadrosunda bulunduruyor. Her seslendirmenin, karakteri ile bir bağ kurduğunu kolayca söyleyebilirim. Tanıdık sesler olsa da hiç sırıtmıyorlar.
Filmle ilgili yapılan en sık yorumlardan biri de ‘en iyi Transformers filmi’ olduğu yorumu. Ben buna çok katılamıyorum ama bu noktada biraz duygusal yaklaşıyor olabilirim. İlk iki Transformers filminin her zaman benim açımdan özel bir yeri olacaktır. Ama şunu söyleyebilirim, seride onlardan sonra gelen en iyi film kesinlikle Transformers One. Hatta seriden bağımsız, yılın en iyi animasyon filmlerinden biri olduğunu söylesek daha doğru olacaktır. Film çıkmadan önce bazı yorumlarda Oscar’a kendi kategorisinde aday olabileceği söyleniyordu. Ben de bu görüşlere yakınım. Eğer imkanınız varsa boş bir vaktinizde kesinlikle sinemaya gidip izlemenizi öneririm, filmin sizi pişman etmeyeceğinden emin olabilirsiniz.
Ali Can Bartu Sakarya‘nın tüm yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar