Bir ilham, başarı ve nihai olarak hakkın kazanılması… Young Woman and the Sea, Manş Denizi’ni geçen ilk kadın olan Trudy Ederly’nin hikayesini bütün bu kavramları bir potada eriterek bize sunuyor. Disney+’ta yayınlanan film, Glenn Stout’ın Türkçe’ye çevirisi yapılmamış Young Woman and the Sea: How Trudy Ederle Conquered the English Channel and Inspired the World kitabını kendine kaynak olarak alıyor.
Yönetmen koltuğunda ise Kon Tiki ve Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales filmlerinden tanıdığımız Joachim Ronning bulunuyor. Çektiği filmlerden Joachim Ronning‘in deniz kullanımında ne kadar yetkin olduğunu görüyoruz. Times’ın haberine göre Young Woman and the Sea gerçekçi görseller verebilmek için açık deniz, Karadeniz ve Manş Denizi’ni objektiflere yansıtmış. Young Woman and the Sea’nin çıkış noktası ise aslında filmin vermek istediğiyle aynı noktada. İlham… Young Woman and the Sea’nin tohumları Joachim Ronning’in kızları için ilham verici bir hikaye araması sonucunda ekiliyor .
İstikrarlı ve İlham Verici
Young Woman and the Sea, bizi 1914 yılının Birleşik Devletleri’nin en görkemli şehri New York’ta, bir göçmen muhitinde karşılıyor. Bir apartman dairesinde kasaplıkla uğraşan üç çocuklu Ederle ailesi ise yoğun matemle merceğe giriyor. Protagonistimiz Trudy Ederle’yi ilk defa burada kızamıkla boğuşurken görüyoruz. Bu boğuşmayı sanki tanrının bir lütfuyla def eden Trudy, duyma yetisinin bir kısmını hastalığı sonucu feda ediyor. Kırılma tam olarak burada duyma yetisinin kaybıyla başlıyor diyebiliriz. Bununla birlikte babasının, Özgürlükler Ülkesi’nde duyma yetisini bahane ederek yüzmeyi öğretmemesi sonucunda, Trudy ilk karşı gelme eylemini şarkı söyleyerek gerçekleştiriyor. Ve tabiri caizse elleriyle kazıyarak doğal hakkını görünür kılıyor. Tüm bu olanlardan sonra Trudy’nin direndiği şey sadece babası olmuyor. Babasının yanında hükümetin ataerkil bir perspektiften bakması, 1924 yılı Paris Olimpiyatları’nda belki de altın madalyayı kaybetmesine sebep oluyor. Trudy’nin başarmak istediği amaç uğruna uğraştığı megaloman bürokratların hırsı, onu New York’tan New Jersey’e kadar yüzmeye itiyor.
Bütün zorluklara rağmen Manş Denizi’ni yüzerek geçmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Trudy Ederle’nin güçlüklerin üstesinden istikrarlı ve ilham verici bir şekilde gelmesinin sinemaya romantik bir şekilde değil de gerçekçi bir görünümle sunulması bizleri Young Woman and the Sea’ye daha çok yaklaştıran detaylardan biri diyebiliriz. Kendi evinde havuz olan bir adamın her gün çalışarak başarılar kazanmasındansa bu gerçek hikayenin imkansızlıklar içinde doğup feminist bir yön taşıması ise sinemaya aktarılmasındaki en önemli faktör diyebiliriz.
Denizler Aştım, Geliyorum
Virginia Woolf, Agnès Varda, Frida Kahlo ve daha nice kadın haklarının kazanımı için uğraşmış isimlerden biri tam ismiyle Gertrude Caroline Ederle. Her bir alanda ket vurulmaya çalışılan kadınlardan biriydi sadece. Bütün bu kazanımların kolaylıkla kazanılmadığını bize hatırlatan Young Woman and the Sea’de Trudy, pes etmeden Manş denizini ikinci denemesinde geçerken yaşadığı zorlukları ruhumuzu keskin bir bıçakla keser gibi gösterdi.
Deniz analarının arasından geçerken bizim de her yerimiz çizildi. Psikolojik olarak toparlayamayacak hale geldiğinde biz de rahatsız hissettik. Boğulacak gibi olurken biz de burnumuza kadar suyla dolduk. Karanlıkta yalnız başına kaldığında ise biz de ateşler içinde bizi bekleyen insanların olmasını istedik. Young Woman and the Sea’de umudun bitmediğini ateşler içinde halkla birlikte vererek toplum olmanın istediğimizde ne kadar güzel olabileceğimizi de gösterdi. Trudy Ederle, Manş Denizi’ni tam olarak on dört saat otuz bir dakikada yüzdü. Bu rekor Trudy’den önce Manş Denizi’ni yüzerek geçen erkek rekorundan tam olarak iki saat daha erkendi. Başarısı sayesinde New York tarihinde daha önceden hiçbir sporcu için düzenlenmeyen büyük bir geçit düzenlendi ve pankartlarda ”Queen of the Waves” yani ”Dalgaların Kraliçesi” yazıyordu.
Dalgaların Kraliçesi
Trudy Ederle, New York’ta küçük bir apartman dairesinden dalgaların kraliçesine giden yolculukta bütün zorluklara rağmen Manş Denizi’ni yüzerek geçti. Ederle’nin Manş Denizi rekoru 1950’ye kadar kırılamadı. Uyarlanan kitabın yazarı Glenn Stout’un dediğine göre, kadınlar serbest yüzmede sahip olabileceğiniz neredeyse tüm dünya rekorlarının sahibiydi.
Bu yolculuk hikayesinin her ne kadar gerçeğinden farklı kısımları olsa da öze sadık kalınmış. Bu değişiklik ise onun daha epik bir hikaye olmasına yol açmış diyebilirim. Örnek vermem gerekirse Trudy, Manş Denizi’ni birkaç gün sonra değil de bir yıl sonra deniyor. Bütün bu kurgunun ötesinde Trudy Ederle 2001 yılında New York Times’a verdiği son röportajlarından birinde rekor yüzüşünü en sonunda şöyle değerlendirdi:
Herkes bunun yapılamayacağını söylüyordu. Ne zaman biri bunu söylese, ben de yapılabileceğini kanıtlamak istedim. Onlara nasıl yapılacağını göstermek için bir Yankee gerekiyordu.
Son olarak yazımı Manş Denizi’ni geçmiş Türk kadın sporcularımızı anarak yapmak istiyorum. Nesrin Olgun Arslan, Aysu Türkoğlu ve Bengisu Avcı bizim için çok değerlisiniz…
Ömer Faruk Edremit‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar