Azazel Jacobs imzalı His Three Daughters (2023), Eylül 2024 itibariyle Netflix kataloğundaki yerini aldı. Filmin başrollerini Natasha Lyonne, Elizabeth Olsen ve Carrie Coon paylaşıyor. Bu birbirinden güzel üç kadın, üç kız kardeş olarak çıkıyor izleyicinin karşısına. Jacobs ise filmin sadece yönetmenliğini üstlenmekle kalmıyor, aynı zamanda yapımcısı ve senaristi. Bunlar dışında nadiren oyunculuk da yapan yönetmen, Wristcutters: A Love Story (2006) filmindeki minik rolüyle de tanınıyor.
Bir derdi olan ve dert edindiği ilişki bağlarını insanlara anlatmayı amaç edinmiş bir yönetmen Jacobs. Öyle ki izleyicinin bunu fark edebilmesi için tek bir filmini izlemesi dahi yeterli oluyor. Her filminde insan ilişkilerini farklı bağ türleriyle işleyen yönetmen bu filmi için kız kardeşlik bağına odaklanıyor. Aslında kız kardeşlik adı altında, kardeşlik bağlarını merceği altına alarak incelikli bir aile haritası çiziyor.
Ölümü Beklemenin Dayanılmaz Hafifliği
Bir ev, ölümüne saatler kalmış bir baba ve üç kız kardeş. Yas kaybedilen “şey”in ardından başlayan ve sonu gelmeyen bir süreçken His Three Daughters bu süreci hiçbir şey henüz kaybedilmemişken başlatıyor. Sonrasına değil, başlayacağından herkesin emin olduğu bir yasın hemen öncesine şahit ediyor bizi.
Rachel, Christina ve Katie birbirinden çok farklı karakterlere sahip üç kız kardeş ve onları bir arada tutan tek bir ortak noktaya sahipler: aynı babaya sahip olmak. Bu üç kadın uzun zaman sonra, birbirinden farklı hayatlara sahipken, sahip oldukları her şeyi birkaç günlüğüne bırakıp aynı evde ölmek üzere olan babaları için toplanıyorlar. Bir ölümü beklemenin ve kabullenmenin izinde yüzlerini birbirlerine dönmek zorunda kalıyorlar. Bu zorundalık nereye varıyor ve aralarında ne yaratıyor, neyi fark ettiriyor?
İnsanları birbirinin kardeşi yapan ebeveyn yok olunca insanlar hala birbirinin kardeşi olmaya devam eder mi? Kardeşlik neyi gerektirir ve o insanla benzer bir geçmişe sahip olmanın, aynı ebeveynler tarafından büyütülmüş olmanın etkisi dışında nasıl bir bağ paylaşılabilir? Nasıl bundan bağımsız bir sevgi büyütülebilir? Bu sevgi ezberden gelen, alışkanlıktan oluşmuş bir sevgi değilse kökeni neye yaslanır? Kardeş olmanın ve kardeşe duyulan sevginin kan bağıyla ilgisi ne kadardır?
İşte film, bir babanın ölümünü evin çatısına yerleştiriyor ve evin her odasına özenle bu çukurları kazıyor. Üstelik seyircisini bu çukurlara atmaktan da çekinmiyor hatta bunu amaçlıyor. Düşünmesini, kendi içine dönmesini, kendi evine, ailesine bakmasını ve sorgulamasını istiyor. Seyirci filmi izlerken düşüyor, çevreyi ve öylece hava duran olguları, tanımlamaları görüyor ve soruyor: peki bunlar ne anlama geliyor? Bunca soru nereye varıyor? Sevgi sırtını neye yaslıyor, öfke niçin sevginin kocaman bir parçasında kaçınılmaz olarak bulunuyor?
Somut Tanımlar, Soyut Maddeler
His Three Daughters sahip olduğu bu ağır konusunun aksine inanılmaz sakin, yumuşak ve şefkatli bir atmosfere sahip. Sonbaharın ve eylül ayının izlerini her renginde ve sahnesinde kibarca işliyor. Anlatmak istediği acının soğukluğuna ve sorgulattığı bağların derinliğine karşın kullandığı sıcacık renkler, eşyalar ve mekanlar birbirleriyle bir harmoni oluşturuyor.
Ölümü anlatmak istiyorsanız göstermeniz gereken tek şey yokluktur. Geriye kalan her şey sadece hayal ürünüdür.
Bir kahve kupasının masadaki duruşu. Buzdolabında çürümek üzere olan üç farklı elma dolu poşet. Kocaman, kahverengi deri bir koltuk. Makinelere bağlı bir yatak, kablolar, serum şişeleri ve ilaçlar. Hepsinin sadece bir varoluşu var ve durdukları yerde bıraktıkları izler. Ölümden geriye sadece bu maddeler kalıyor, öylece, havada süzülürcesine var olan maddeler.
En ortada duran duygular, birbirine kenetlenen bedenler ve sevginin varoluşu ise bu filmde eşyaların aksine daha maddesel. Asla dile getirilemeyen kelimeler, hiçbir zaman söylenemediği için zorla camdan içeri giren huzursuz birer bulut gibi duran kelimeler. Son bir bakışın gerçekçiliğiyle her şeyin farkına varılan o son an. Karakterler kelimeleri kazıyarak anlamlarını ortaya çıkarıyor ve geriye kalan tek bir ninniyle, bir gözyaşı ve son bir gülüşle onları gerçek kılıyor.
Netflix, kör göze parmak olmayacak şekilde incelikli bir aile draması sunuyor. Bünyesinde inanılmaz başarılı ve sevilesi oyunculuklar, üstüne düşünülmesi için izleyiciye sunulan girdaplar bulunduruyor. Bunları öylesine gerçekçi bir hafiflikle yapıyor ki genziniz yanarken ve gözleriniz dolarken, gözyaşları akmak yerine yüzünüzü gülümsetiyor. Çünkü ev böyledir, her şey olup biter; kasırgalar kopar, fırtınalar diner. Günün sonunda aile üyeleri birbirine yaslanmışken, herkesin yüzünü gülümsetmeye yeten bir ördek ninnisi duyulur. Bu, aile olmanın en naif özetidir.
His Three Daughters tam olarak böyle bir portre resmediyor. İzlemeli, düşünmeli ve sonra bir kez de ailenize izletmelisiniz belki de. Henüz kimse kaybedilmemişken ya da kaybedilen şeyin ardından bir ninni olarak.
Şevval Sara‘nın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Youtube, Twitter ve Instagram aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar